A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
“Ne olduğunu” bilmek. Kısaca ‘bu
nedir’ sorusuna bir cevap verebilmek. Mümkün mü? Bir şeyin her şey olduğu, her
şeyin ise hiçbir şey olmadığı bir yeryüzünde “bu nedir”, “bunun özü nedir”
sorusuna bir cevap verebilmek, bir cevap verebilmeye çaba göstermek basitlik mi yoksa bir kesinlik arayışı mıydı?
Kitapkafe nedir? Kitapevinin ve
kafenin birlikteliğinden resmen bir mutant doğuruldu. Kitapevleri, oldu birer kafe. Peki,
kafeler kitapevi oldu mu? Hiç sanmıyorum! Vitrinde kitaplar, içeride masalar,
masaların üstünde menüler, duvar diplerine bırakılmış kitap raflarıyla karşımıza çıkarılan kitapkafe'ler. Kredi kartıyla
ödemeye eşlik eden “bip biip bip biiip” seslerinin
ve para kasasının “tirink, şirink” tınılarının hakim olduğu bir ortamda hangi
kitaba dokunabilirdi ki insan? Huzur bulduğum kitapevleri, kitapkafeler olduğundan beri benim daha çok huzurum kaçıyordu.
Nedir Sahaf? Tam bir facia! Sahaflar,
yanmış bir ormanın simsayah olmuş toprak örtüsüydü adeta. Neredeyse hepsi “test
kitabı” hurdacısına dönüşmüş. AVM’ler ibaathane, camiler imalathane
olmuş. 100 gün boyunca çiçek kokusu geçmeyen çamaşırlar, 12 saat boyunca
tenimizden düşmeyen ambalajlanmış kokulara tutulmuşuz. Tutturulmuşuz. Nedir
bunlar şimdi? Dalından koparılmış bir gülün dahi bir haftada solduğunu ne çabuk
unutmuşuz. Marketlerde eft, havale, fatura ödeme gibi bankacılık işlemleri yapılırken
kimsenin aklına, mahalledeki kasap ve kasabın önündeki kediler gelmiyordu. Mahallelerde ne kasap ne de önünde
dolaşan kediler kalmıştı.Yerlerinde dikdörtken beton prizmalar yükselirken yanlarından geçip gidiyorduk sadece. “Burası var ya burası eskiden ormandı” dahi diyemeyeceğimiz bir hızda akıyordu z a m a n? Daha pek çok eskitemediğimiz ortak yaşam alanlarımız, bir bir yeni!eniyordu. Doğrusu istila ediliyordu.
Tarihi ciğerci, Tarihi dondurmacı
yahut 1884’ten beri tatlıcı, 1949’tan beri kahveci, 1912’den beri terzi
ifadeleri ışıklı tabelalarda kalmış bir kuru laftı artık. Evde pişirilmeyen
kahvelerin yerini kahve evleri; evde yapılmayan kahvaltıların yerini serpme
kahvaltıcılar doldurdu. Neyin ne olduğuna anlam
veremediğim daha pek çok şey. Müzelerin içinde niye alışveriş (satış) alanları açıyorduk
ki biz? Bu nedir şimdi Müze mi, müze görünümlü bir market miydi? İnsanlar müzelere
alışveriş yapmaya mı geliyorlardı? Müze nedir yahut ne değildi?
Öğrencisinin ve öğretmenin alınıp satıldığı ve
hatta devrettiği dev bir pazar mı yoksa Eğitim denen şey? Devlet nedir? Sağlık hizmetlerinin hem satılanı hem de satılmayanı
vardı. Beş yıldızlı otel hizmetlerinin sağlandığı hastaneler, sahi size ne
hissettiriyordu? Konfor, haz, neşe, önemli biri, hizmete layık bir insan, prestij, itibar … … …. . Sanırım en
son akla sağlık geliyordu.
Sinemada, müzede, tiyatroda, hastanede, pastanede, sokakta,
parkta, ormanda, telefonda, internette. Her
yerde, her mekânın içinde yahut dışında bir satış, bir alışveriş, bir tüketim
eylemi. Ne kadar çok tüketirsek aptallığa o kadar çok meylediyorduk adeta. Tüketim eyleminin kendisi, zengin fakir ayırt etmiyordu. Eşitlikçiydi, özgürdü, tüketim. Çağın en örgütlü ve gönüllü eylem biçimlerinden biriydi, tüketim. Üstelik bu örgütlü tüketim eylemi, sokaklarda jobsuz, tomasız, gazsız olarak müdahale edilmeden gerçekleştirilebiliyordu. Bu örgüt, çok kalabalıktı üstelik. Hem örgütlü, hem kalabalık, hem eşitlikçi hem de özgür. Bu dört kavramın bir araya gelebileceği daha başka bir şey var mıydı?
Bu nedir sorusuna cevap verebilmeye cesaretiniz var mı?
