Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir.

Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır.

Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba?

İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğrusu bu sorunu, disiplinler arası bir yaklaşımla çözümleyelim. 

 Arz Kanunu

Arz, belirli bir dönemde satışa sunulan mal veya hizmet miktarı olarak tanımlanmaktadır. Mal ve hizmetleri satışa sunan aktör, üreticiler veya firmalardır. Şu bir gerçektir ki her üretici ya da firma, satışa sunduğu mal veya hizmetleri yüksek fiyattan sunmak ve kâr elde etmek ister. Üreticiler veya firmalar, maliyetine ya da zararına satış yapmayı arzu edemezler. Çünkü normal şartlarda zararına satış ya da üretim yapmak rasyonel bir davranış olmaz. Dolayısıyla üretici açısından bir malın veya hizmetin fiyatı artıkça üretimi artırma isteği oldukça doğaldır. Fiyat ile üretime sunulan mal ve hizmet miktarı arasındaki ilişkiyi iki boyutlu düzlemde şu şekilde görselleştirebiliriz:

Grafiğin bize fısıldadığı şudur: Fiyatlar yükseldikçe sunulan mal ve hizmet miktarı da artmaktadır veya fiyatlar düştükçe sunulan mal ve hizmet miktarı da azalmaktadır.

📌Grafik okumasının y-eksenine göre yapıldığına dikkat ediniz. Yani x–eksenine göre bir okuma yapmıyoruz. Üretim miktarı artıkça fiyat artmıyor, aksine fiyat artıkça üretim miktarı artıyor.

Fiyat ve miktar arasında doğrusal ve pozitif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu durum iktisatta  “arz kanunu” olarak nitelenmektedir.

Grafiği fındık piyasası üzerinden okuyalım. Fındığın ton fiyatı 5 TL iken üretici 5 ton fındık üretmiştir. Fındık ton fiyatı 10 TL’ye yükseldiğinde üretici daha fazla kazanmak için daha fazla üretme çabasına girmiş ve 10 ton fındık üretmiştir. Fındık ton fiyatı 25 TL olduğunda rasyonel hareket eden üreticinin üretme motivasyonu katlanmış (belki başka fındık bahçeleri de kiralayarak) ve ürettiği fındık 25 ton olmuştur. Fındık ton fiyatı 40 TL olduğunda üretici, piyasaya 40 ton fındık üretir.

🏠Şimdi, hayal gücümüzü işe koşalım ve eğitimi salt “soru sayısı ve memnuniyet” piyasasına indirgeyelim. Öğretmenler, eğitim hizmeti sunan üreticilerden olduğuna göre bizim farazi piyasamızda öğretmenler, belirli bir dönemde öğrencilere çözecekleri soruları sunan üreticiler olsun. 

Öğretmenler-> Üreticiler

Okullar->Firmalar

Öğrenciler-> Tüketiciler

Soru sayısı-> Sunulan/talep edilen mal veya hizmetler

Memnuniyet düzeyi -> Fiyat

Öğretmenin memnuniyetindeki değişkenliği, öğrenciye sunulan soru sayısına bağımlı kılalım. Dolayısıyla arz kanunu temel alırsak öğretmenlerin memnuniyet düzeyi yükseldiğinde öğrenciye sunacağı soru sayısı miktarı artacaktır. Ne kadar çok memnuniyet o kadar çok çözdürülecek/sunulacak soru. Bu durumu,  fiyat ve miktar arasındaki pozitif yönlü ilişkiye rahatlıkla benzetebiliriz.

 

Soru Sayısı

(x-ekseni)

Öğretmen-Memnuniyet Puanı (y-ekseni)

0

40

10

45

20

50

30

55

40

60

50

65

60

70

70

75

80

80

90

85

Tablo ve grafiği okuyalım. Y-ekseni, 0 ile 100 puan arasında değişen bir ölçekte öğretmenin memnuniyet düzeyini ve  X-ekseni, öğretmen tarafından eğitim piyasasına sunulan(üretilen) soru sayısını göstermektedir.  Öğretmenin memnuniyeti artığında öğrenciye sunduğu soru sayısı artmaktadır veya öğretmenin memnuniyeti düştüğünde sunduğu soru sayısı azalmaktadır.

 Talep Kanunu

Talep, belirli bir dönemde sunulan bir mal veya hizmeti, belirli bir fiyattan satın alma isteğidir. Satın alma isteğinde aktör, tüketicidir. Dolayısıyla her tüketici ya da birey, satışa sunulan mal veya hizmetleri olabildiğince düşük fiyattan satın almak isteyecektir. Çünkü tüketici açısından rasyonel olan davranış, düşük fiyattan olabildiğince fazla miktarda mal ve hizmet satın almaktır. Tüketici açısından bir malın veya hizmetin fiyatı düştükçe daha fazla miktarda satın alma isteğinin artması ya da mal veya hizmetin fiyatı artıkça daha az miktarda satın alma isteğinin vuku bulması oldukça doğaldır. Fiyat ile mal ve hizmet miktarı arasındaki ilişkiyi iki boyutlu düzlemde şu şekilde görselleştirebiliriz:

Grafiğin bize fısıldadığı şudur: Fiyatlar yükseldikçe satın alınan mal ve hizmetlerin miktarı azalmaktadır veya fiyatlar düştükçe satın alınan mal ve hizmetlerin miktarı artmaktadır.

📌Grafik okumasını y-eksenine göre yapıldığına dikkat ediniz. Fiyat ve miktar arasında doğrusal ve negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu durum iktisatta  “talep kanunu” olarak nitelenmektedir.

Grafiği fındık piyasası üzerinden okuyalım. Fındığın kg fiyatı 50 TL iken tüketici 4 kg talep etmiştir. Fındık kg fiyatı 25 TL’ye düştüğünde tüketici daha fazla miktarda satın alma isteği içindedir ve 8 kg fındık satın almıştır. Fındık kg fiyatı 10 TL olduğunda rasyonel hareket eden tüketicinin satın alma isteği katlanmış ve talep ettiği fındık 20 kg olmuştur. Fındığın kilosu 7,5 TL ye indiğinde ise tüketici 40 kg fındık talep etmiştir.

🏠Bizim farazi piyasamıza dönelim. Eğitimi “soru sayısı ve memnuniyet”  piyasasına indirgemiştik. Mal veya hizmeti satın alma isteğinde bulunan aktöre “öğrenci” diyelim. Öğrenciler, bir nevi sunulan soruları çözmeye (satın almaya) istekli tüketiciler olsun. Gerçekte ne kadar istekli oldukları tartışılır tabii!

Mal ve hizmet miktarı, bizim farazi piyasamızda talep edilen soru sayısı olsun. Fiyatlar da öğrencinin memnuniyet düzeyi olsun. Talep kanunu temel alırsak öğrencilerin memnuniyet düzeyleri düşüyorsa biliriz ki talep ettikleri (tükettikleri) soru sayısı artıyordur. Ne kadar çok memnuniyet (yüksek memnuniyet düzeyi) o kadar az çözmek istenilen (tüketilen) soru olacaktır. Bu durumu fiyat ve miktar arasındaki negatif yönlü ilişkiye benzetebiliriz.

Soru Sayısı (x-ekseni)

Öğrenci-Memnuniyet Puanı (y-ekseni)

0

100

10

95

20

90

30

85

40

80

50

75

60

70

70

65

80

60

90

55

Tablo ve grafiği okuyalım. Y-ekseni, 0 ile 100 puan arasında değişen bir ölçekte öğrencinin memnuniyet düzeyini ve  X-ekseni öğrenci tarafından talep edilen (tüketilen) soru sayısını göstermektedir.  Öğrencinin memnuniyeti artığında talep edilen soru sayısı azalmaktadır veya öğrencinin memnuniyeti düştüğünde önüne konan (tüketilen) soru sayısı artmaktadır.

Peki, neden öğrencideki memnuniyet düzeyi yükseldikçe çözülen/çözmek istenilen (tüketilen/talep edilen) soru sayısı azalmaktadır?

Hoş geldin “azalan son birim yarar (azalan marjinal fayda) kanunu” ve “fırsat maliyeti.”

 Azalan Marjinal Fayda Kanunu

Bu kanuna göre bir tüketici bir malın tüketim miktarını artırırsa o mal miktarının “marjinal faydası (son birim yararı)” azalır. Örneğin bir bardak su içtiğinizde (hele ki susuzken) içtiğiniz ilk bardak sudan büyük bir tatmin duyarsınız.

Şimdi! 1 bardak su içtiğinizde 100 birimlik fayda elde etmiş olun.  2 bardak su içtiğinizde elde edilen fayda artık ilk bardaktaki kadar olmayacaktır, daha az miktarda olacaktır. Çünkü doğamız böyle. J Ancak içilen iki bardak su için toplam fayda, matematiksel olarak iki bardak toplamı kadar olacaktır. Yani 180 birim. 3 bardak su içtiğinizde artık ilk iki bardaktan aldığınız hazzı almıyor olacaksınız ve tatmin düzeyiniz daha da düşecektir. Sonuçta içilen su miktarını (bardak sayısını) arttırdıkça tatmin hissiniz azalacak, azalacak ve belli bir miktarda tatmin düzeyiniz sıfırlanacak. Peki, su içmeye devam ederseniz ne olur?

Su içmeye devam ettiğinizde sudan aldığınız tatmin hissi (marjinal fayda) negatife koşacaktır. Belki kusacaksınız belki de böbreğinizi bozacaksınız.  Buraya kadar anlatılan verili bilgileri tabloda gösterelim.

Miktar

Fayda/Yarar (Memnuniyet)

Toplam Fayda/Yarar

1

100

100

2

80

180

3

60

240

4

40

280

5

20

300

6

0

300

7

-20

280

8

-30

250

 Tablodaki verileri, üç ayrı grafikle görselleştirebiliriz. İlk grafik, fayda-miktar verilerine dair olsun.

Miktar artırıldıkça elde edilen faydanın bir önceki faydaya göre azaldığını, belli bir miktarda faydanın sıfırlandığını ve miktar artırılmaya devam edilirse de faydadan çok faydasızlığa (negatif değerlere) doğru mavi çizginin yürüdüğünü görebilirsiniz.

🏠Sunulan ve talep edilen mal veya hizmeti, soru sayısı; faydayı ise memnuniyet olarak nitelediğimiz farazi eğitim piyasamıza dönelim. Her ne kadar soru çözmek bilgileri pekiştirmeye, bilişsel süreçleri geliştirmeye, öğrenmeyi teşvik etmeye ve sınavlara hazırlık deneyimini artırmaya katkı sağlasa da fazlaca soru çözmek motivasyon kaybına, yorulmaya,  strese, tükenmişlik sendromuna, öğrenme stratejilerinde bozulmalara, bilgi işleme kapasitesinin azalmasına, yanlış anlamaya, bilgi bozukluklarına yol açabilmekte. Bu durum, memnuniyet ile soru sayısı arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu göstermektedir.

Tüketim miktarı artıkça elde edilen fayda azalıyor ancak toplam faydaya ne oluyor? Bakalım.

Toplam fayda grafiğine göre içilen her bir bardak su, matematiksel olarak elde edilen toplam fayda artıyor, artıyor… Sonra belli bir miktarda pik yapıyor (6.su bardağında) ve ardından toplam fayda azalıyor. Dikkat edilirse toplam faydanın pik yaptığı nokta (6.su bardağı), aynı zamanda -fayda-miktar grafiğine bakılırsa- elde edilen salt faydanın sıfırlandığı noktadır. İki grafiği tek grafikte birleştirelim. Turuncu çizgi, toplam fayda-miktara dair verileri; mavi çizgi fayda-miktar verilerini göstermekte olsun.

Görülen o ki içilen su miktarı artsa da ilave her bir bardaktan aldığınız tatmin (fayda/yarar/memnuniyet) azalıyor. 6.bardakta içilen sudan elde edilen fayda sıfır birimdir. Ancak, toplam fayda en yüksek düzeydedir: 300 birim.

🏠Sunulan ve talep edilen mal veya hizmeti, soru sayısı; faydayı ise memnuniyet olarak nitelediğimiz farazi eğitim piyasamıza dönelim.

Öğrencinin çözdüğü/öğrenciye çözdürülen her bir ilave soru, onun memnuniyetini düşürüyor. Azalan marjinal fayda kanununu temel aldığımızda her bir ilave soruyla elde edilen toplam fayda artacak olsa da belirli bir soru sayısından sonra faydanın da toplam faydanın da azalacağını artık rahatlıkla öngörebiliriz.

Ne sormuştuk? Öğrencideki memnuniyet düzeyi yükseldikçe çözülen/çözmek istenilen (tüketilen/talep edilen) soru sayısı neden azalmaktadır?

Ne demiştik? Hoş geldin “azalan son birim yarar (azalan marjinal fayda) kanunu” ve “fırsat maliyeti.”

Azalan marjinal fayda kanunu açıkladık. Şimdi fırsat maliyeti kavramını açıklayalım.

Fırsat Maliyeti

Fırsat maliyeti, bir seçeneği tercih ettiğimizde vazgeçtiğimiz en iyi alternatif seçenekten elde edebileceğimiz faydadır. Farazi eğitim piyasamızda fırsat maliyetini şu şekilde yorumlayabiliriz: 

Soru çözmek yerine seçilebilecek en iyi alternatifler neler olabilir? Bir düşünelim. Soru çözmek yerine bilgisayarda CS oynanabilir, başka bir öğrenme faaliyetlerinde (örneğin okuma, araştırma, proje çalışması vb.) bulunulabilir, sinemaya gidilebilir, kısmi süreli bir işte çalışılıp para kazanılabilir, el sanatlarıyla uğraşılabilir, spor yapılabilir.  Soru çözmenin faydası, sıralanan en iyi alternatiflerin faydasından daha düşük ise öğrencinin fırsat maliyetine yönelmesi (en iyi alternatiflerden birini seçmesi) rasyoneldir. Çünkü elde edeceği fayda (memnuniyet) soru çözmekten değil seçtiği alternatiflerden gelmektedir. Fırsat maliyetimiz düşükse -yani soru çözmekten elde edeceğimiz memnuniyet düşükse- ilave bir soru dahi talep etmeyiz, sayıca çok soruyu çözmek istemeyiz. İşte bu durum, öğrencideki memnuniyet düzeyi yükseldikçe çözülen/çözmek istenilen (tüketilen/talep edilen) soru sayısının azalmasının nedenlerinden biridir.

Fındık piyasamıza dönelim. Fiyatlarla üretilen ve tüketilen miktarı nasıl dengeleyeceğimiz önemli bir sorundur.  Piyasa nasıl dengelenmektedir? Ne olursa piyasa dengelenir? Arz ve talep edilen fiyat ve miktar kesiştiğinde piyasa dengesi oluşur.


Grafikte fındık piyasası için dengenin fındık kg fiyatının 18 TL ile 13 kg fındık miktarı ile dengelendiğini söyleyebiliriz.


🏠Sunulan ve talep edilen mal veya hizmeti, soru sayısı; faydayı ise memnuniyet olarak nitelediğimiz farazi eğitim piyasamıza dönelim. Öğretmenin memnuniyetini sunulan soru sayısı artırırken buna karşın öğrencinin memnuniyetini çözülen soru sayısının çokluğu azaltmaktadır. Bu durumu grafiksel olarak şu şekilde gösterebiliriz:

x-ekseni öğrencinin çözdüğü/öğretmenin sunduğu soru sayısını, y-ekseni ise öğretmenin veya öğrencinin ölçülen memnuniyet düzeyini temsil etmektedir. Hatırlayalım arz eğrisi yukarı, talep eğrisi ise aşağı doğru eğimli idi. Grafikteki turuncu çizgi, öğretmen memnuniyeti ile sunulan soru sayısı arasındaki arz fonksiyonunu; mavi çizgi öğrenci memnuniyeti ile soru sayısı arasındaki talep fonksiyonunu göstermektedir. İki eğrinin kesiştiği nokta, bizim için arz-talep denge noktasıdır. Bir başka deyişle öğretmen-öğrenci açısından memnuniyet düzeyi ile soru sayısının denge noktasıdır. 

Şimdi, öğrencinin çözdüğü soru sayısını 𝑥 olarak ve memnuniyet düzeyini 𝑃(𝑥) olarak temsil edelim. Öğrencinin memnuniyet düzeyi, çözülen/sunulan soru sayısına bağlı olarak azalacaktır. Talep fonksiyonun matematiksel denklemini aşağıdaki gibi yazmış olalım.

Talep fonksiyonu= 100-3x 

Öğrenciye hiç soru sunulmadığında memnuniyetinin 100 birim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Denklemdeki negatif katsayı, her bir ilave soru için memnuniyet düzeyinde azalma olduğuna işaret etmektedir. Bir de arz fonksiyonuna bakalım.

Arz Fonksiyonu=35+2x

Hiç soru sunulmadığında (belki de öğrenci hiç soru çözmediğinde) öğretmen memnuniyetinin 35 birim olduğunu söyleyelim. Öğretmenlik mesleğinin şiarından olsa gerek öğretmenimiz hemen enseyi karartmıyor, öğrenciye nazaran her durumda belli bir miktarda memnuniyete (belki de motivasyona) sahip. Arz fonksiyonundaki pozitif katsayı, her bir ilave soru için öğretmendeki memnuniyet düzeyindeki artışı göstermektedir. 

Arz ve talep denklemlerinin denge noktası, öğretmenin memnuniyet düzeyi ile öğrencinin memnuniyet düzeyinin eşit olduğu noktadır. Dolayısıyla 100-3x= 35+2x -> 100-35 = 2x + 3x

65 =5x -> X= 13 soru. Yani öğretmen ve öğrenci memnuniyetlerinin denge noktası 13 sorudur.

Peki, 13 soru için memnuniyet düzeyleri kaç birimdir? Arz ya da talep denklemlerinde soru sayısı değişkenine 13 yazılarak hesaplama yapılabilir. Hesaplanacak olursa 13 soru için hem öğrencinin hem de öğretmenin memnuniyet düzeyleri 61 birimde dengelenir.

Sonuç

Eğitimi salt sınavlara hazırlık süreci (öğrenciye çözdürülecek soru sunma hizmeti/binlerce çözülecek soru) olarak konumlandırmak yerine çeşitlilik ve dengeye önem verilmeliyiz. 

Eğitimde dengeyi bulmak veya dengeyi korumak için ne yapmalıyız?

İletişim ve etkileşim olmak zorunda ve esnek olmalıyız.

Farklı disiplinlerin kuramlarından yararlanarak eğitimin sorunlarını çok yönlü bakış açılarıyla çözümlemeliyiz.

Farklı öğrenme/öğretme stratejilerini sıkça kullanmalıyız.

Derinlemesine öğrenmeye/öğretmeye odaklanmalıyız.

Testleri veya sınavları sadece değerlendirme aracı olarak değil öğrenme sürecinin bir parçası olarak görmeliyiz.

*** Ceteris paribus***

Önce, karmaşık ekonomik meseleleri daha kolayca anlayabilmemizi sağlayan “ceteris paribus” varsayımını bize kazandıran Alfred Marshall’a bir selam gönderelim. Ceteris paribus, olası tüm faktörlerin sabit olduğuna dair bir varsayımıdır. Dolayısıyla bu yazıya konu olan memnuniyet ve soru sayısı arasındaki ilişkide olası tüm faktörlerin sabit olduğu varsayımı ile hareket edildiği göz ardı edilmemelidir. Nedir bu olası faktörler?

Yaş ve deneyim hem öğretmenin memnuniyetini hem de öğrencinin memnuniyetini etki eden faktörlerdendir. Dahası öğretmenin mesleki doyumu, yetkinliği,  öğrencinin zihinsel kapasitesi, öğrencinin psiko-sağlık durumu, öğrencinin odaklanma kapasitesi, uyku düzeni, sunulan soruların zorluk düzeyi, çalışma ortamı… vb.  hepsi bahse konu olan memnuniyet değişkenini etkileyen faktörlerdendir ve bu faktörler ve olası diğer faktörler sabit tutularak arz, talep ve azalan marjinal fayda kanunlarının açıklandığını söyleyebiliriz.

Okuma Önerileri

  1. Brewer, P.J., Huang, M., Nelson, B. et al. (2002). On the Behavioral Foundations of the Law of Supply and Demand: Human Convergence and Robot Randomness. Experimental Economics 5, 179–208. https://doi.org/10.1023/A:1020871917917
  2. Eğilmez, Mahfi (2024). Yeni Ekonomi: 21.yüzyıla Özgü Yaklaşımlar. Remzi Kitapevi
  3. Hascher, T., and Waber, J. (2021). Teacher well-being: a systematic review of the research literature from the years 2000–2019. Educ. Res. Rev. 34, 100411. https://doi.org/10.1016/j.edurev.2021.100411
  4. Jennings, P. A., & Greenberg, M. T. (2009). The Prosocial Classroom: Teacher Social and Emotional Competence in  Relation to Student and Classroom Outcomes. Review of Educational Research79(1), 491-525. https://doi.org/10.3102/0034654308325693
  5. Marquez, J., Taylor, L., Boyle, L., Zhou, W., & De Neve, J.-E. (2024). Child and adolescent well-being: global trends, challenges and opportunities (J.-E. De Neve, Ed.; Vol. 2024, pp. 61–102). Wellbeing Research Centre, University of Oxford. http://doi.org/10.18724/whr-91b0-ek06
  6. Thweatt, W.O. (1983). Origins of the terminology, supply and demand. Journal of Political Economy 30, November, 287-94.  https://doi.org/10.1111/j.1467-9485.1983.tb01020.x

📍Bu içerik 05.10.2024 tarihinde Uluslararası Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Sempozyumunda sözlü bildiri olarak sunulmuştur.

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...