A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Öğretmen
kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir?
Öğretmen,
anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model
midir?
Dahası nasılsınız?
***
Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz
için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade
eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden
de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız. Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları, başkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık
olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi
öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz diğerleriyle birlikte yaşayabilmek için kimisi kişisel meraklarımızın neticesi. Bunun üzerine zihnimde parlayan bir soru? Seçim yapmak gerekse idi öğreniyor olmak mı öğretiyor olmak mı daha çok değerliydi?
---- Şimdi Sigmund Frued’u
analım ve bebekliğimize dönelim.-----
Ana rahmine düştüm. Doğdum. Bebek oldum. Ve tüm bebekler gibi eğriyi de doğruyu da yanlışı da ilk sosyal çevrem olan ebeveynlerimden öğrendim. Şimdi ebeveynlerime "öğretmenim" diyebilir miydim? Daha da büyüyüp yaşım okul çağına gelip çattığında ev,
sokak ve çocuk parkına sığdırdığım dünyama, herkes gibi artık okul kavramını yerleştirdim. Pek çok yaşıtım gibi 7 yaşımda, okul denen iki katlı binanın içinde formel eğitimle tanıştım. Okul denen yapıda arkadaşlarım ve bir de
öğretmenim oldu. Birey olarak ben, formel eğitim denen sistemin içinde öğrenmeye yine devam
ediyordum. Bu kez tesadüfen değil öğretmen denen bir büyük tarafından müfredata göre öğreniyordum. Peki, ne için? Vahşi
dünyaya daha iyi bir insan olmak için mi? Yoksa sakin dünyaya vahşi bir insan
olmak için mi? Ben niçin okula gidiyordum? Ebeveynlerim, öğretmenim olamaz
mıydı? Cık. Ama ben her kaynaktan öğreniyordum. Doğam böyle değil miydi? Çevremdeki
her er kişiden öğrenebiliyordum hani? Öğrenen olarak benim pek çok öğrenme kaynağım varsa
pek çok öğretmenim olamaz mıydı? Arkadaşlarım, meslektaşlarım, ustam, müdürüm,
işçi arkadaşım, komşum, küçük kardeşim, abim… her biri öğretmenim olamaz mıydı?
Bana kim, neden, neyi farklı öğretiyordu ki her birine öğretmenim diyemiyordum? Okuduğum
kitaplardan öğrenmiyor muydum? Hayranlıkla kitaplarını okuduğum yazarlar, pek âlâ öğretmenim olamaz mıydı? Üstelik öğretmenlerimin kimisi ilkçağdan kimisi içinde yaşadığım yüzyıldan olamaz mıydı? Okuduğum kitapların
yaşayan yaşamayan İngiliz, Yunan, Fransız, İtalyan, Asyalı-Avrupalı... vb yazarları, öğretmenim olamaz mıydı? Kimdi öğretmenim?
Alfabeyi öğreten mi? Matematiği sevdiren mi yoksa tarihten nefret ettiren mi? Kimdi öğretmenim?
Kim olmalıydı öğretmen?
***
Şayet ebeveynlerimden sokaktaki hayvanlara eziyet etmeyi öğrenmişsem bu davranışımı kim değiştirecekti? Annem mi babam mı? Arkadaşım mı? Yoksa öğretmenim mi? İnsanın insana olan saygısızlığını benimseyerek büyümüş olan
çocuk için hoşgörülü olmanın insanı daha çok özgürleştirdiği fikrine kim sebep olmuştu? Çöpünü yere atmayan, kurdu-kuşu, ağacı-böceği, dağı-taşı, denizi-ırmağı yaşadığı doğayı neden koruması gerektiğini bilen birey, bunu mesai arkadaşlarından
mı öğrenmişti? Yoksul hastasını azarlayan ancak zengin hastasına aşırı ilgi gösteren doktor bir
babanın çocuğu, insanı insan olduğu için değerli görmeyi kimden, nereden
öğrenmişti? Morangozhanedeki ustasından onca şiddet görmesine rağmen asla şiddete
başvurmayan çırak, bunu nasıl başarmıştı? İhalesine fesat karıştıran abisine, yaptığının ahlaki olmadığını söyleyen kardeş, bunu kimden nereden öğrenmişti? Hakkı, hukuku
gözeten savcıları kim, nerede yetiştirmişti? Yıllarca yalan haberler yazan
annesini örnek almak yerine dürüst gazetecilik yapmayı tercih eden evlat, bunu nereden, kimden ve nasıl öğrenmişti? Daha fazla kazanç elde etmek yerine iş kazalarını azaltmayı
önemseyen işveren, bunu kimden nereden öğrenmişti? Arkadaşından mı? Sosyal medya araçlarından mı? #hachteglerden mi? Gazetelerin köşelerinden mi yoksa sokak köşelerinde mi? Kafam çok karışık doğrusu! Öğretmenlik mi öğretmenler mi yoksa öğrenenler mi 24 Kasım gününün şerefine lâyık olmalıyıd?
***
Doktorların,
hemşirelerin, çocukların, yaşlıların, avukatların, işçilerin de günleri vardı: Doktorlar günü,
hemşireler günü, avukatlar günü, işçiler günü dahası anneler günü, babalar
günü, emekçiler günü... Yok mu? Bir dolusu var. Öğretmenler günü de var. Tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi sıradan bir mesleğin gününden
ibaret bir şey miydi? Öğretmenler günü! Örneğin sağlığım konusunda muhtaç
olduğum doktorlardan daha az mı yoksa daha çok mu değerliydi öğretmenler?
Peki neden? Bir doktordan, bir avukattan, bir işçiden ziyade öğretmenlerimize biçtiğimiz kıvanç duygusunun sebebi neydi? Doktorumdan, avukatımdan, ebeveynlerimden, eşimden, çocuklarımdan daha az mı fedakârdı öğretmenlerim? Asla. Hiç düşündünüz mü? Öğretmenlerimizi
özel kılan neydi? Ebeveynlerimize, dostlarımıza kıyas ettiğimiz öğretmenlerimizin/öğretenlerimizin fedakârlıklarını anlamlı kılan neydi?
***
Hiç kuşkusuz, yaşam var iken gelişigüzel
pek çok şey öğreniyorduk. Ancak kaskatıyken eğilmek, yeniden doğrulmak için eğitime;
eğitim için öğretmene ihtiyacımız vardı. O öğretmenler ki, insanın insanlığa
katkısını pekiştirebilecek tek unsurdu. Eğitim; plansız, amaçsız, stratejisiz,
öğretmensiz olamazdı. Evet insan pek çok kaynaktan öğreniyordu ancak
eğitilebiliyor muydu? Sadece öğrenmiş olmak, eğitilmiş olmak mıydı? Değildi. Diğer
taraftan, bir diploma almak da erdemli insan olmanın garantisi belgesi değildi.
Sadece öğrenen olmak, “insan olmak” da değildi. Farkındayım. O halde soru şu: bana kim vakur insanının bilgeliğini fark ettirdi? Kim?
Kim o ışığı yaktı? Mağaramdan çıkmam için kim beni cesaretlendirdi? Kim ve kimler?
Ve tersini düşünmek de mümkün.
Bir toplumun çürümesine nereden, kimden başlanırdı? Tabii ki eğitimden, öğretmenin
niteliğinden, öğretmenden... Başlayalım mı? Fakat bu yazının yazılış amacı, bunları konuşmak değil.
Bir öğretmen ne arkadaştır, ne sırdaş. Evet, bir öğretmen olması
gereken zamanda hem annelik hem de babalık yapandır ancak bir öğretmen, ne bir annedir ne bir baba. Öğretmenlik, bir meslektir. Profesyonel bir meslektir. Onun için okulu vardır. Nasıl daha nitelikli
bir öğretmen olunur diye 4 yıl okuluna gidilir. Ortalama 50 tane ders alınır. Ne
için? Devlete vatandaşlık için mi? İlişkilerinde iyi insan olmak için mi? Yeteneklerini etkili kullanmak için mi? Ne için anneye, babaya, meslektaşa,
sırdaşa, arkadaşa, işverene, komşuya “öğretmen” sıfatını yakıştırmıyorduk?
***
Kimdir benim öğretmenim? Bir kişi mi, birkaç kişi mi?
![]() |
| Alttan ikinci sıra, soldan üçüncü kişi ben. |
Benim
öğretmenlerim kimlerdir?
İnsanlığa
zarar verecek hiçbir davranışa göz yummayanlardır benim öğretmenim. Öğretmen; insanı, doğayı, canı
sevendir, koruyandır. Öğretmen; insanlığı daha fazla yüceltebilmek için ışığını yayma cesaretini gösterebilendir. Doktoru da, avukatı da, işçiyi de, hakimi de, arkadaşı da, kardeşi de, anneyi de babayı da yetiştiren de evet öğretmendir. Nasıl bir
doktor, nasıl bir hakim, nasıl bir gazeteci, nasıl bir anne-baba, nasıl bir
arkadaş, nasıl bir meslektaş, nasıl bir komşu, nasıl bir kardeş, nasıl bir dost,
nasıl bir yönetici istiyoruz sorularına verdiğimiz cevapların failidir, öğretmen. Bu da öğretmene verilen kıymeti daha çok artırıyor belli ki.
***
Peki ben, nasıl olur da öğretmenlerimin izinden yürürüm? Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olan iz sürer mi, kendi aklını bir başkasına teslim eder mi öğretmenim?
Yaptığım hataları zamanında hoş görmeyen ancak beni daha fazla özgürleştiren hem aklımı
hem vicdanımı doyuran, elimden tutan ancak arkasından asla yürümeme izin vermeyen
öğretmenlerime bir kuru laf gibi “öğretmenler gününüz kutlu olsun” demeye dilim varmıyor benim. Öğrenmeyi çok seven ancak öğretmenlerinin/öğretenlerinin kim olduğu ve öğretmenin bir tanımı konusunda tüm kümelerin alt kümesi olup elemanı olmayan boş bir küme adeta zihinim. Kafam çok karışık. Kime denirdi öğretmen? Öğretmen, formel eğitimin içinde kalan mıydı?
Öğretmen olmak mı öğrenci olmak mı?
Öğrencinin olmadığı öğretmenlik boş ve anlamsız.
Öğretmensiz öğrencilik kuru ve tatsız.
O halde öğretmenini geçememiş bir öğrenciliği ret eden öğrenciniz Tülin der ki öğrencilerinizle gurur duyacağınız nice öğretmenler gününü mutluca yaşayın...
![]() |
| Kızım (3 yaş) |


