Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir?
Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir?
Dahası nasılsınız?
***
Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız. Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  başkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz diğerleriyle birlikte yaşayabilmek için kimisi kişisel meraklarımızın neticesi. Bunun üzerine zihnimde parlayan bir soru? Seçim yapmak gerekse idi öğreniyor olmak mı öğretiyor olmak mı daha çok değerliydi?

---- Şimdi Sigmund Frued’u analım ve bebekliğimize dönelim.-----

Ana rahmine düştüm. Doğdum. Bebek oldum. Ve tüm bebekler gibi eğriyi de doğruyu da yanlışı da ilk sosyal çevrem olan ebeveynlerimden öğrendim. Şimdi ebeveynlerime "öğretmenim" diyebilir miydim? Daha da  büyüyüp yaşım okul çağına gelip çattığında ev, sokak ve çocuk parkına sığdırdığım dünyama, herkes gibi artık okul kavramını yerleştirdim. Pek çok yaşıtım gibi 7 yaşımda, okul denen iki katlı binanın içinde formel eğitimle  tanıştım. Okul denen yapıda arkadaşlarım ve bir de öğretmenim oldu. Birey olarak ben,  formel eğitim denen sistemin içinde  öğrenmeye yine devam ediyordum. Bu kez tesadüfen değil öğretmen denen bir büyük tarafından müfredata göre öğreniyordum.  Peki, ne için? Vahşi dünyaya daha iyi bir insan olmak için mi? Yoksa sakin dünyaya vahşi bir insan olmak için mi? Ben niçin okula gidiyordum? Ebeveynlerim, öğretmenim olamaz mıydı? Cık. Ama ben her kaynaktan öğreniyordum. Doğam böyle değil miydi? Çevremdeki her er kişiden öğrenebiliyordum hani? Öğrenen olarak benim pek çok öğrenme kaynağım varsa pek çok öğretmenim olamaz mıydı? Arkadaşlarım, meslektaşlarım, ustam, müdürüm, işçi arkadaşım, komşum, küçük kardeşim, abim… her biri öğretmenim olamaz mıydı? Bana kim, neden, neyi farklı öğretiyordu ki her birine öğretmenim diyemiyordum? Okuduğum kitaplardan öğrenmiyor muydum? Hayranlıkla kitaplarını okuduğum yazarlar, pek âlâ öğretmenim olamaz mıydı? Üstelik öğretmenlerimin kimisi ilkçağdan kimisi içinde yaşadığım yüzyıldan olamaz mıydı? Okuduğum kitapların yaşayan yaşamayan İngiliz, Yunan, Fransız, İtalyan, Asyalı-Avrupalı... vb yazarları, öğretmenim olamaz mıydı? Kimdi öğretmenim? Alfabeyi öğreten mi? Matematiği sevdiren mi yoksa tarihten nefret ettiren mi? Kimdi öğretmenim? Kim olmalıydı öğretmen?
***
Şayet ebeveynlerimden sokaktaki hayvanlara eziyet etmeyi öğrenmişsem bu davranışımı kim değiştirecekti? Annem mi babam mı? Arkadaşım mı? Yoksa öğretmenim mi? İnsanın insana olan saygısızlığını benimseyerek büyümüş olan çocuk için hoşgörülü olmanın insanı daha çok özgürleştirdiği fikrine kim sebep olmuştu? Çöpünü yere atmayan, kurdu-kuşu, ağacı-böceği, dağı-taşı, denizi-ırmağı yaşadığı doğayı neden koruması gerektiğini bilen birey, bunu mesai arkadaşlarından mı öğrenmişti? Yoksul hastasını azarlayan ancak zengin hastasına aşırı ilgi gösteren doktor bir babanın çocuğu, insanı insan olduğu için değerli görmeyi kimden, nereden öğrenmişti? Morangozhanedeki ustasından onca şiddet görmesine rağmen asla şiddete başvurmayan çırak, bunu nasıl başarmıştı? İhalesine fesat karıştıran abisine, yaptığının ahlaki olmadığını söyleyen kardeş, bunu kimden nereden öğrenmişti? Hakkı, hukuku gözeten savcıları kim, nerede yetiştirmişti? Yıllarca yalan haberler yazan annesini örnek almak yerine dürüst gazetecilik yapmayı tercih eden evlat, bunu nereden, kimden ve nasıl öğrenmişti? Daha fazla kazanç elde etmek yerine iş kazalarını azaltmayı önemseyen işveren, bunu kimden nereden öğrenmişti? Arkadaşından mı? Sosyal medya araçlarından mı? #hachteglerden mi? Gazetelerin köşelerinden mi yoksa sokak köşelerinde mi? Kafam çok karışık doğrusu! Öğretmenlik mi öğretmenler mi yoksa öğrenenler mi 24 Kasım gününün şerefine lâyık olmalıyıd?
Oğlum (6 yaş)
***
Doktorların, hemşirelerin, çocukların, yaşlıların, avukatların, işçilerin de günleri vardı: Doktorlar günü, hemşireler günü, avukatlar günü, işçiler günü dahası anneler günü, babalar günü,  emekçiler günü... Yok mu? Bir dolusu var. Öğretmenler günü de var. Tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi sıradan bir mesleğin gününden ibaret bir şey miydi? Öğretmenler günü! Örneğin sağlığım konusunda muhtaç olduğum doktorlardan daha az mı yoksa daha çok mu değerliydi öğretmenler? Peki neden? Bir doktordan, bir avukattan, bir işçiden ziyade öğretmenlerimize biçtiğimiz kıvanç duygusunun sebebi neydi? Doktorumdan, avukatımdan, ebeveynlerimden, eşimden, çocuklarımdan daha az mı fedakârdı öğretmenlerim? Asla. Hiç düşündünüz mü? Öğretmenlerimizi özel kılan neydi?  Ebeveynlerimize, dostlarımıza kıyas ettiğimiz öğretmenlerimizin/öğretenlerimizin  fedakârlıklarını anlamlı kılan neydi?
***
Hiç kuşkusuz, yaşam var iken gelişigüzel pek çok şey öğreniyorduk. Ancak kaskatıyken eğilmek, yeniden doğrulmak için eğitime; eğitim için öğretmene ihtiyacımız vardı. O öğretmenler ki, insanın insanlığa katkısını pekiştirebilecek tek unsurdu. Eğitim; plansız, amaçsız, stratejisiz, öğretmensiz olamazdı. Evet insan pek çok kaynaktan öğreniyordu ancak eğitilebiliyor muydu? Sadece öğrenmiş olmak, eğitilmiş olmak mıydı? Değildi. Diğer taraftan, bir diploma almak da erdemli insan olmanın garantisi belgesi değildi. Sadece öğrenen olmak, “insan olmak” da değildi. Farkındayım. O halde soru şu: bana kim vakur insanının bilgeliğini fark ettirdi? Kim? Kim o ışığı yaktı? Mağaramdan çıkmam için kim beni cesaretlendirdi? Kim ve kimler?

Ve tersini düşünmek de mümkün. Bir toplumun çürümesine nereden, kimden başlanırdı? Tabii ki eğitimden, öğretmenin niteliğinden, öğretmenden... Başlayalım mı?  Fakat bu yazının yazılış amacı, bunları konuşmak değil. 

Bir öğretmen ne arkadaştır, ne sırdaş. Evet, bir öğretmen olması gereken zamanda  hem annelik hem de babalık yapandır ancak bir öğretmen, ne bir annedir ne bir baba. Öğretmenlik, bir meslektir. Profesyonel bir meslektir. Onun için okulu vardır. Nasıl daha nitelikli bir öğretmen olunur diye 4 yıl okuluna gidilir. Ortalama 50 tane ders alınır. Ne için? Devlete vatandaşlık için mi? İlişkilerinde iyi insan olmak için mi? Yeteneklerini etkili kullanmak için mi?  Ne için anneye, babaya, meslektaşa, sırdaşa, arkadaşa, işverene, komşuya “öğretmen” sıfatını yakıştırmıyorduk?   
***
Kimdir benim öğretmenim? Bir kişi mi, birkaç kişi mi?
Alttan ikinci sıra, soldan üçüncü kişi ben.
Benim öğretmenlerim kimlerdir?
İnsanlığa zarar verecek hiçbir davranışa göz yummayanlardır benim öğretmenim. Öğretmen; insanı, doğayı, canı sevendir, koruyandır. Öğretmen; insanlığı daha fazla yüceltebilmek için ışığını yayma cesaretini gösterebilendir. Doktoru da, avukatı da, işçiyi de, hakimi de, arkadaşı da, kardeşi de, anneyi de babayı da yetiştiren de evet öğretmendir. Nasıl bir doktor, nasıl bir hakim, nasıl bir gazeteci, nasıl bir anne-baba, nasıl bir arkadaş, nasıl bir meslektaş, nasıl bir komşu, nasıl bir kardeş, nasıl bir dost, nasıl bir yönetici istiyoruz sorularına verdiğimiz cevapların failidir, öğretmen. Bu da öğretmene verilen kıymeti daha çok artırıyor belli ki.
***
Peki ben, nasıl olur da öğretmenlerimin izinden yürürüm?  Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olan iz sürer mi, kendi aklını bir başkasına teslim eder mi öğretmenim? 

Yaptığım hataları zamanında hoş görmeyen ancak beni daha fazla özgürleştiren hem aklımı hem vicdanımı doyuran, elimden tutan ancak arkasından asla yürümeme izin vermeyen öğretmenlerime bir kuru laf gibi “öğretmenler gününüz kutlu olsun” demeye dilim varmıyor benim. Öğrenmeyi çok seven ancak öğretmenlerinin/öğretenlerinin kim olduğu ve öğretmenin bir tanımı konusunda tüm kümelerin alt kümesi olup elemanı olmayan boş bir küme adeta zihinim. Kafam çok karışık. Kime denirdi öğretmen? Öğretmen, formel eğitimin içinde kalan mıydı?

Öğretmen olmak mı öğrenci olmak mı?
Öğrencinin olmadığı öğretmenlik boş ve anlamsız.
Öğretmensiz öğrencilik kuru ve tatsız.

O halde öğretmenini geçememiş bir öğrenciliği  ret eden öğrenciniz Tülin der ki öğrencilerinizle gurur duyacağınız nice öğretmenler gününü mutluca yaşayın...

Kızım (3 yaş)

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...