Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?



Söz konusu olan bilim ise beğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, çok çok daha önemlidir. Şimdi yaptığınız çoban salatayı ister oval tabağa, ister çukur tabağa, ister porselene, ister cam tabağına koyun. Bu salatanın sunum şekli, sizin tercihinizdir. Çoban salatamı oval ve porselen bir tabağa koymam benim özgürlük alanımdır. Dikkatinizi çekerim çoban salatası hâlâ çoban salatasıdır, bunda kusur yok. Ama gelin görün ki bizim çokbilmiş gurmelerimiz yahut bilim insanlarımız çoban salatanın kendisini eleştirecek bir mevzu bulamayınca kişisel alışkanlıklarını, tercihlerini sanki olmazsa olmazmış gibi salatanın tabağının değiştirilmesini bir eleştiri olarak sunmaktadırlar. Ben de olmaz, yanlış diyorum. Salatamın sunum tabağı benim kişisel tercihimdir, sizin tercihiniz olan bir salata tabağında salatamı sunmak zorunda değilimdir, değil mi?

Peki bu benzeri durumu üniversitelerin tez jurilerinde, hakemli dergilerin hakemliklerinde  gözlemlemiyor muyuz? Gözlüyoruz, karşılaşıyoruz. Çok taze çıkmış tesadüf ettiğim yaşantımı paylaşayım hemen. Araştırmacı, araştırmasında gruplara ilişkin ölçümlerini karşılaştırmış, yorumlamış. Tez danışmanımız peki ne yapmış? Sözde öğrencisine dönüt vermiş. Demiş ki olmamış bu, hatalı. Nesi olmamış? Öğrenelim. Aslında istatistiksel verilerin gösterildiği tablonun biçimi (şemali) beğenilmemiş. Tez danışmanımızın bildiği, ezberlediği bir şablon var kafasında ve sayın danışmanımız kafasındaki şablona göre görmek istiyor bütün tabloları.. Araştırmanın yöntemine eleştiri yok, istatistiksel çözümlemeler doğru mu yapılmış bir yorum yok. Ama tablolar olmamış-mış! Yani araştırmacı salatayı oval porselende sunmuş, danışmanımız salatayı yuvarlak çukur cam tabakta yemek istiyormuş. Hep öyle yemiş çünkü. Farklı bir tabakta olabileceğini düşünmüyor, bilmiyor, istemiyor. Sayın danışmanımız kendi alışkanlıklarını veya kendi bilgisizliğini öğrencisine sözde eleştiri olarak sunuyor. Peki ne oluyor? Öğrenci de hiçbir şey öğrenmiyor ve dahası öğrenci de şunu demiyor, diyemiyor hocasına: Çoban salatanın sunum tabağının niteliği 'çoban salatanın olup olmaması' ile ne ilgisi var? Sebzelerin lezzetine (araştırma yorumlarının niteliğine) bakılmıyor. Sebzelerin çoban salata usulüne (araştırmanın yöntemine) göre doğranıp doğranmadığına bakılmıyor. Bulunan tek kusur, salatanın konduğu tabak (araştırmada tablonun biçimi), öyle mi?

Gerçekten anlayamıyorum. Bu göstermelik, şekilci söylemler bitsin istiyorum. Bitsin ki esas mevzuya gelelim istiyorum. Yıkın ki o putlarınızı işimize-gücümüze bakalım. Bilimi neden aşındırıyoruz? Bilimsel bir eleştiri midir bunun adı, lütfen siz karar veriniz. Ölçümlere ilişkin ortalama, standart sapmanın sütunlarda veya satırlarda beyan edilmiş olması neyi değiştirir? Satırlardaki değişkenleri, sütunlara koy demek bilimsel bir eleştiri midir? Yoksa tavsiye midir? Tavsiye verenin tavsiyesine uyma zorunluluğu var mıdır? Varsa bağlamı, koşulu yok mudur? Tavsiye verenin tavsiyesine uymamanın neticesinde tavsiye verenin bu böyledir demesi -aklın mantığın ilkeleri sınırlarında- dogmatizm değil midir? Dogmatik uykularınızdan uyanın artık

Alın size MxN olan bir tablo (matris).

Ortalama
Std.sapma
Grup1


Grup2


Grup3



Bu tablonun transpozunu almak neyi değiştirir? Eleştiri midir bunun adı, yoksa tavsiye mi? Tez danışmanının kişisel alışkanlıkları niçin öğrencisine dayatılır? Platon, öğrencisi Aristoteles'e neyi dayatmıştır, sorarım size? Bir düşünün lütfen.
MxN biçimindeki tabloyu NxM yaptık diyelim. Bunu yapmak da o kadar basit ki şimdi hangi bilimsel bir problemi çözdük dersiniz?

Grup1
Grup2
Grup3
Ortalama



Std.sapma




Ben diyorum ki  göz var, nizam var, hadi onlar da yok diyelim; bir aklımız da mı yoktur? Hangi akıl bunu bir eleştiri olarak görebilir. Böylesi bir değişiklik, sadece ve sadece danışmanın kafasındaki şablona (alışkanlıklarına) uyar. Peki, bilim, dayatılmış şablonlara uyar mı? Bireyin özgürlük alanı nerededir? Danışmanın yanlışlarını ve hatta onun hiçbir işe yaramayan alışkanlıklarını tekrar eden öğrenciye, "sen özgürsün, kendi aklını kullanmaya cesaret et" demeyecek miyiz? 

Üniversitelerin mağaralarında zincirlenmiş öğrenci, tez danışmanının söylediklerini yapıyor.  Ben ona yapma diyorum. Düşün diyorum. Çoban salatanı, sen sevdiğin tabakta sun diyorum. Olmaz diyor öğrenci. Neden diyorum? Öğrenci, APA standardı buymuş diyor. Bir kez bile ne tez danışmanı ne öğrencisi okumuş APA standardını. Oysa APA standardında (şimdilik)  tablolarda dikey çizgiler gösterilmez. MxN biçimindeki tabloyu NxM yap ve sun  demez! Bilimin içine sokulmuş hurafelerdir bunlar: şekilcilik, şablonculuk. Dahası birinin başkasına kendi alışkanlıklarını tahakküm etmesinin adı bilim olamaz. Bilimde kuramlar, yasalar, ilkeler bile değişirken/değiştirilirken kendi kişisel alışkanlıklarını, kendi bilgisizliğini değiştirememiş, dahası bunları dayatmış bireylerle hangi bilimin özgürlüğünü savunduklarını sormak istiyorum.

Bir tez danışmanı öğrencisine şu programda şu analizi yap daha "şık" olur diyorsa hiçbir şey bilmiyor demektir, sayın okuyucular. Şık nedir yahu? Trend(!) olmuş paket programlarla analiz yapmak, bir araştırmanın asla nitelikli olduğunun bir göstergesi olamaz. Olmamalı. Kullanılan istatistiğin ilerisine(!)-berisine, çok değişkenliğine(!) göre ve hatta paket programın modasına göre bir araştırmanın yapılışı 'öncelikli' hale getiriliyorsa orada "bilimin" esamesi yok demektir. Orada popülizm vardır. Orada araştırmanın ne nesnesi ne de amacı önemlidir. Orada makyaj vardır, Makyavelizmin mübahlığı vardır.

Aynılık, bayağılıktır. Farklılık, yeniliktir, heyecandır. Heyecanı olmayanın bilimi de maalesef -benim nazarımda-sığdır. Bilim değildir, onun adı. Profesyonellik veyahut uzmanlık hiçbir zaman bilinenleri (aynılığı) tekrar etmek ve tekrar ettirmek değildir. İnsan, sadece bilen, çok iyi bilen veya çok iyi öğrenen değildir; insan aynı zamanda ‘seçendir’. Yani özgür olabilendir. Yıkın artık Putlarınızı!

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...