Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Bizimkisi Sınav ve Başarı İkilemine Odaklı Oksimoron bir Sistem!

“Sınav ve başarı ikilemine odaklı oksimoron sistem” yaftalamasını özellikle yapıyorum. Çünkü bir parça düşünelim istiyorum. Kendinizi ülkelerin eğitim sistemleri üzerine araştırma yapan uzaydan gelmiş bir gazeteci olarak düşünün. Dünyadaki ülkeler evreninden seçkisiz örnekleme yöntemiyle örnekleminizi oluşturduğunuzda örnekleminizdeki ülkelerden biri, Türkiye olmuş olsun. Araştırmanıza konu olan ülkenin eğitim sistemi hakkında bilgi toplamak için ilkin sokaklara çıkıp insanlarla röportajlar yapıyorsunuz. Nasıl dertli bir ülke ki burası temel eğitimden müfredata, finansman kaynaklarından ders saatlerine, işgücünden mesleki eğitime, fiziki koşullardan çalışma koşullarına, ders materyallerinden merkezi sınavlara, fırsat eşitliğinden becerilerdeki yetersizliklere daha pek çok konuda eğitimle ilgili bir memnuniyetsizlik var. Uzaydan gelmiş bir gazeteci olarak kendinizden şüphe duyuyorsunuz ve röportaj yaptığınız ülke insanlarının görüşlerinin yanlı, duygularının taraflı olma olasılığını aklınıza getiriyorsunuz. Bu durumda, kanıları bir kenara bırakıp kanıt niteliğindeki yazılı-yasal kaynaklara yönelmeye karar veriyorsunuz. Soruşturmanıza Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından başlıyorsunuz ve anayasanın 42.maddesini okuyorsunuz. Bu maddeye göre Türkiye’deki eğitim ve öğretimin “çağdaş bilim” esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapıldığını anlıyorsunuz. Çünkü ülke anayasasında böyle yazmaktadır.  Ne var ki Türkiye’deki pek çok ebeveyn ve hatta eğitim bilimci, öğrencilerin çağın bilgi ve becerilerinden yoksun olduğundan söz etmektedir. Kafanız karışıyor. Acaba anayasadaki ‘çağdaş bilim’ ifadesi ‘kaçıncı çağa’ gönderme yapıyordu? Anayasayı okumaya devam ediyorsunuz.

Anayasanın 42. maddesinin devamında devlet okullarında eğitim-öğretimin parasız olduğunu okuyorsunuz. Fakat çocuklarını devlet okullarına gönderen pek çok ebeveynin söylemine göre eğitim-öğretim hizmetleri için devlet okullarına ziyadesiyle paralar ödediklerini anlıyorsunuz. Devlet okullarında ders kitapları parasız dağıtılmakta fakat pek çok öğretmen parasız dağıtılan ders kitaplarını yetersiz bulmaktadır. Bu ders kitaplarını yazanlar da inceleyenler de bu ülkenin öğretmenleri olduğuna göre kendi yazdıkları kitapları beğenmedikleri sonucuna ulaşıyorsunuz. İncelediğiniz bu ülkede, ders kitaplarını devlet öğrencilere parasız sağlasa da ilaveten paralı kitap almayan ebeveyn/öğrenci yok neredeyse. Kendi yasalarında yazılanın aksinin olup bittiği ilginç bir ülke. Kafanız bir kez daha karışıyor. Uzaydan gelmiş bir gazeteci olarak 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda ifade edilen milli eğitimin genel amaçlarını anlamayı yeğliyorsunuz. Kanunun 2.maddesinin 2.bendini okuduğunuzda ne fevkalade bir amaçtır bu deyiveriyorsunuz. Bu ülkedeki tüm fertler için eğitimle amaçlanan

Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler yetiştirmek;[1]

Kanun maddesi, dengeli bir kişiliğin ve karakterin yanı sıra salt hür düşünme gücüne değil ilaveten bilimsel düşünme gücüne sahiplikten, sorumluluktan,  insan haklarına saygıdan, geniş bir dünya görüşüne sahiplikten bahsetmektedir. Ne var ki ülke insanının, öğrencisi-öğretmeni, uzmanı- profesörü, bakanı-vekili, akademisyeni-ebeveyni, genci yaşlısı yasalarda yazılı olan bu amaçların gerçekliğinden ziyade çok daha başka şeyleri konu edinmektedir. Varsa “sınavlar” yoksa “çoktan seçmeli testler”. Doğrusu kanunda amaçlananlar, ülke insanının çoğu kez umurunda değil. Çocuklar, adeta okula salt sınava girmeleri için gönderilmekte. Uzaylı bir gazeteci olarak, bu sefer, eğitimle ilgili yazılı olan ile uygulama arasındaki bağıntıya odaklanıyorsunuz. Acaba ülke insanlarının şikâyet ettiği gibi eğitimde amaçlanan sınavlardaki salt başarı mı yoksa hür ve bilimsel düşünme mi? Yazılı bir kanunun işleyişine ilişkin usul ve esaslar yönetmeliklerde ifade edildiği içindir ki yönetmelikleri irdeliyorsunuz. Acaba eğitim-öğretimin işleyişi ülke insanlarının bahse konu edindiği gibi ‘s ı n a v  ve  t e s t’ odaklı mıydı? Uzaylı bir gazeteci olarak 10.07.2019 tarihli ve 30827 sayısı ile resmi gazetede yayımlanan ‘Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğindeki’ sınava ve teste ilişkin yazılı olan ifadelere dikkat kesiliyorsunuz. Bu yönetmeliğin 22.maddesinin a bendine[2] göre 4, 5, 6, 7 ve 8 inci sınıflarda her dersten bir dönemde iki sınav yapılıyormuş. Yani bu şu demektir. İlk 8 yılın son beş yılında çocuklar, her dönem iki, yıl boyunca 4 kez aldıkları derslerinden sınav olmaktadır. Peki, ilkokul 1.sınıftan itibaren çocuklara test kitapları üretmenin mantığı nedir? Aynı yönetmeliğin 22.maddesinin b bendine göre okullardaki bu sınavlar öğretmenlerce yapılırmış ve yapılan sınavlarda farklı soru tiplerine yer verilirmiş. Bakınız farklı soru tipleri denmekte ancak ‘çoktan seçmeli test’ denmemektedir.  Bu ülke insanın çoktan seçmeli test sıkıntısı nereden sirayet etmişti acaba? Temel eğitimde 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri eğitim-öğretim yılları itibari ile aldıkları ders sayısı hepi topu 10-11’dir. 11 dersin her biri için yapılan sınav sayısı ise yılda dört. Dört tane sınav, yahu! Sınava odaklanılacak bir durum yok. Üstelik bu sınavların çoktan seçmeli test olduğuna dair bir zorunluluk ifadesi de bulunmamakta. Şu durumda ilk 8 yılda çoktan seçmeli testleri kim yapmaktadır?

Liselere yerleştirilmek için 8.sınıf öğrencilerinin girdikleri ulusal sınavın niteliği çoktan seçmeli testtir. 8 yıllık bir süreçte sadece 8.sınıfın sonunda öğrenciler bir kez, yalnızca bir kez çoktan seçmeli test tipinde düzenlenen ulusal bir sınava girmektedir. Sınav ya da test odaklı bir eğitim sistemine dönüşmeyi gerektirecek bir durum yok oysa? Bir uzaylı gazeteci olarak anlayamaya çalışıyorsunuz. Ortaöğretimde acaba işler değişiyor olabilir mi? Eğitim sistemi değil “sınav-test sistemi” ortaöğretimde mi başlıyordu? 30879 sayılı 5/09/2019 tarihli resmi gazetede yayımlanan “Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğini”[3], uzaylı bir gazeteci olarak okumaya başlıyorsunuz. Yönetmeliğin 4.maddesinin r bendinde “öğrencilerin bilgi, beceri ve kazanımlarının ölçülmesinde başvurulacak yazılı ve uygulamalı sınavların, performans çalışmasının ve projenin” ölçme araçları olarak tanımlandığını okuyorsunuz.  Dolayısıyla bu tanımda ölçme araçlarının çoktan seçmeli test olduğuna dair bir emare bulunmamakta. Aynı maddenin s bendinde performans çalışması, “ders programında öngörülen eleştirel düşünme, problem çözme, okuduğunu anlama, yaratıcılığını kullanma ve araştırma sonucu elde edilen kazanımların yazılı, sözlü ve/veya uygulamalı olarak paylaşılmasına yönelik ders öğretmeninin gözetiminde yapılan bireysel veya grup çalışması” olarak tanımlanmış. Bakar mısınız performans çalışmasının içinde problem çözme var, okuduğunu anlama var, eleştirel düşünme var, yaratıcılık var; bir tek ezbercilik(!) yok. Aynı maddenin ş bendinde ise proje “öğrencilerin istekleri doğrultusunda belirlenen bir konuda inceleme, araştırma ve yorum yapma; yeni bilgilere ulaşma, özgün düşünce üretme ve çıkarımlar sonucunda bir ürün ortaya koymak amacıyla ders öğretmeni rehberliğinde bireysel veya grup hâlinde yaptıkları çalışma” olarak tanımlanmış. Bakınız proje de özgün düşünce var, ürün var, araştırma var,  yorum yapma var. Ölçme araçları, yazılı ve uygulamalı sınavlar, performans ve proje çalışmaları olduğuna göre bu ölçme araçları ile öğrencilerin başarıları acaba nasıl ölçülmektedir? Test sınavlarıyla mı? Yönetmeliğin 43.maddesinin b bendinde “öğrencilerin başarısı; öğretim programı öğrenme kazanımları esas alınarak dersin özelliğine göre yazılı sınavlar, uygulamalı sınavlar, performans çalışmaları ve projeler ile işletmelerde beceri eğitiminde/stajda alınan puanlara göre tespit edildiği” ifade edilmiş. Dahası aynı maddenin e bendinde çok çarpıcı bir ifade bulunmaktadır. Öğrencilerin başarısının belirlenmesinde, eleştirel ve yaratıcı düşünme, araştırma, sorgulama, problem çözme ve benzeri becerileri ölçen araç ve yöntemlere önem verildiği belirtilmektedir. Bu yazılı ifadelere göre bu ülkenin eğitim sisteminde test yok, ezber yok. O halde yalan söyleyen birileri var? Yönetmeliğin 45.maddesi yazılı ve uygulamalı sınavlarla ilgili olup 2.fıkrasında sınavların açık uçlu maddelerden oluşan yazılı yoklama şeklinde yapılmasının esas olduğu ancak her dönemde her dersin yazılı sınavlarından biri kısa cevaplı, doğru-yanlış, eşleştirmeli veya çoktan seçmeli maddelerin bulunduğu ölçme araçları ile yapılabileceği ifade edilmiş. Bu fıkraya göre test uygulamasının şart olduğu bir durum yok. Bu ülkenin çocukları acaba 12 yıl boyunca neden test çözüyorlardı? Üstelik öğrencilerin düşünme becerilerinin çoktan seçmeli testlerle sınırlandırıldığı söylemi eğitimciler, öğretmenler, ebeveynler tarafından sıkça şikâyet konusu edilirken ülke insanının tabi olduğu yönetmelikte ölçme faaliyetlerinde yazılı yoklamaların esas alındığı belirtilmekte. Şu durumda yönetmeliğe uymayanlar mı var? Çoktan seçmeli testlerle ölçme yapanlar kimler? Bakınız sadece yazılı yoklamanın yapılma esasının yanı sıra 50.maddenin 1.fıkrasına göre öğrenciler, her dönemde tüm derslerden en az bir performans çalışması, her ders yılında en az bir dersten proje hazırlama görevini yerine getirdikleri ifade edilmektedir. Nitekim performans ve proje çalışmasının ne olduğu da aynı yönetmelikte tanımlanmıştı. Performans ve proje çalışmalarında yaratıcılık, araştırma, inceleme, yorum yapma, problem çözme, okuduğunu anlama, eleştirel düşünme vardı.  Yönetmeliğe göre ne sınav odaklı bir eğitim sisteminin emaresi ne de test odaklı bir sınav sisteminin esamesi bulunmaktadır.

12.sınıfın sonuna gelindiğinde öğrencilerin yükseköğretim programlarına yerleştirilmesi amacıyla çoktan seçmeli test olarak yapılan ulusal bir sınava, 12.sınıf öğrencileri girmektedir. 12 yıllık bir zorunlu eğitim sürecinde öğrenciler, iki kez ulusal çaptaki çoktan seçmeli test tipinde hazırlanan merkezi sınavlara girmekteler. Üstelik bu merkezi sınavlara girmek, 8. ve 12.sınıftaki öğrenciler için mecburu bile değil. Şimdi tekrar düşünelim, nerede kaldı milli eğitimin temel amaçları? Bu amaçlara istinaden programlanan bir eğitim-öğretim sistemi nasıl oluyor da bir sınav ve test sistemine evrilmektedir? Uygulayıcılar, yazılanları anlamamış olabilirler mi?

Eğitimde amaçlanan hür ve bilimsel düşünen, insan haklarına saygılı, sorumlu bireylerin yetiştirilip yetiştirilmemesi elbette sınavlar yoluyla ölçülecektir fakat bu ülke insanı için merkezi sınavlara yüklenen anlam, eğitim işinden daha çok. Ülke insanı için eğitim, öğrencinin kaç soruyu doğru cevapladığından daha fazlası değil.

Uzaylı bir gazeteci olarak, incelediğiniz ülkenin eğitim uygulamaları ile yazılı mevzuatlar arasındaki tutarsızlığın büyüklüğü karşısında hayrete düşüyorsunuz.


Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...