Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Dâhilerin izinde başarıyı tetikleyen güçlü unsurlar

Bu yazıda, okuyana çeşitli ilhamlar vermesi amacıyla Craig Wright’ın kaleme aldığı ve Hediye Deniz Ülker’in Türkçeye çevirdiği “Dâhilerin Gizli Alışkanlıkları” isimli eserden önemli fikirler damıtılmış ve sentezlenmiştir. Dâhilerin sıra dışı başarılarının ardındaki gizli alışkanlıkları fark etmek ve onların derin dünyasına kapı aralamak, bizlere takip ettikleri özgün stratejileri keşfetme olanağı sunmaktadır. Dolayısıyla bu yazı, okuyucuya bir davettir. Dâhilerin günlük rutinlerinden, alışkanlıklarından örnekler alabiliriz. Hatta etrafımızdaki dâhileri fark edebiliriz.

Deha kavramının tarihsel yolculuğu
Deha geni var mıdır, yok mudur? Henüz tespit edilemediğini biliyoruz. O hâlde sorumuzu değiştirelim. “Deha nedir?” sorusuyla başlayalım. “Dâhi” ve “deha” kelimelerinin genellikle aynı anlamda kullanıldığını ancak bu kelimelerin zaman içinde dildeki anlamlarının değiştiğini öğreniyoruz. Görülen o ki deha, her çağda farklı anlamlara sahip olmuş bir sözcük. İngilizcede “genius” kelimesi, “koruyucu melek” manasında kullanılagelirken Antik Yunan’da, “daemon” (şeytan ya da ruh) ve “mania” (yaratıcı bir öfke) kelimelerinin dehaya gönderme yaptığını biliyoruz. Orta Çağ’da deha, “Tanrı tarafından kutsanmış bir ruh” olarak kabul edilmiş ve 18. yüzyıla kadar deha ile kast edilene daha çok mistik bir anlam yüklenmiştir. Ancak tarih şeridinde Aydınlanma Çağı’na geldiğimizde artık dâhi sözcüğü, -dâhiler Tanrı’yla olan yollarını ayırdıklarından olsa gerek- “doğuştan gelen bir öz” olarak ele alınmış. Bilimin altın çağı 19. yüzyılda “deha veya dâhi” sözcüğünün anlamının, özellikle zamana ve mekâna göre değişkenlik gösterdiği fark edilmiş. İster deha ister dâhi deyiverelim, bu kelimeler, her dönemde farklı bir anlama bürünmüş ve bugün deha kavramının mistik öğelerden uzaklaşarak somut ve gözlenebilir bir etkiyi temsil ettiğini söyleyebiliyoruz.

Dâhilik: toplumu dönüştüren bir potansiyel
Yenilikçi fikirleriyle, özgün eserleriyle toplumları, zamandan ve kültürden bağımsız olarak, iyi ya da kötü yönde değiştiren kişi, dâhi olarak tanımlanacak olursa çevrenizdeki dâhileri listelemeyi dener misiniz? Dâhi etki bırakır ve dâhilik derecesi artıkça bırakılan etki uzun dönemli olmaktadır. Dâhi, değiştiren kişidir ve değiştiren kişi yaratıcı olandır. Burada yaratıcılık ile kastedilen geleneğin dışına çıkma cüretidir. Dolayısıyla dâhileri, o çok yetenekli insanlardan ayırt edici özelliklerden biri, geleceği önceden gören, etki bırakan ve değiştiren kişilerden olmalarıdır. Dâhi, salt bir kurtarıcı olmasa da âdeta bir kurtarıcının yerini alma gücüne sahiptir.

Yetenek ile dâhilik arasındaki fark nedir?
Sosyal medyanın vitrinlerinde parlayan mucize çocukların kiminin taklit kapasitesi yüksek, kiminin çok güçlü bir belleği, hafızası var. Pi sayısının bilmem kaçıncı basamağına kadar ezbere bilen kişiler var. Guinness rekorlar kitabına girmiş nice ilginç, yetenekli insanlar var. Ama her birini birer dâhi olarak nitelemiyoruz. Neden? Çünkü esas olan o yetenekle yaratılan eserler ya da fikirler ve bu eserlerin/fikirlerin dünyayı değiştirme gücü… Dâhide aradığımız özellik yetenek ya da üstün bir kapasite değil, değiştirme veya etkileme gücü.

Yeteneğinizle hiç kimsenin yapmadığı bir resmi, bir besteyi yapabilir ya da bir şeyi keşfedebilirsiniz. Oysa dâhi, özellikle kimsenin göremediği/düşünmediği/beklenmeyen işi yapandır. Altını çizmek gerekirse dâhi, değişimin gelişini “önceden gören kişidir”. İki örnek verelim: Yüzücü Michael Phelps, yetenekli bir yüzücüdür ancak yüzme alanında bir değişim ya da bir yenilik gerçekleştirmediği için kendisi bir dâhi değildir. Jimnastikçi Simone Biles ise bir dâhidir. Neden? Çünkü o, denge tahtasında ikili takla, yerde üçlü-ikili olmak üzere hareket sayısını dörde çıkararak jimnastik spor dalında önceden olmayanı, “yeniliği”, getirmiştir.

Da Vinci, Mozart, Shakespeare, Van Gogh, Picasso… dâhiler/dehalar arasında sıralanırlar. Neden? Çünkü onların etkileri, yaşadıkları zamandan bağımsızdır. Bir kültüre, bir topluma ait değillerdir. Yapıp ettikleriyle, fikirleriyle tüm dünyaya aittirler. Marie Curie bir dâhidir. Uzun çalışmalardan sonra sadece 1 gram saf radyum elde ederek insanlığı değiştirmiştir. Polanyum ve radyum elementlerini keşfederek insanlığa mal olmuştur. Curie, deney tüpüne koyduğu radyumla tümörlerin yok edilmesine ve radyasyon onkolojisinin kurulmasına vesile olmuştur. Bu açıdan, o değişimin gelişini önceden gören bir dehadır.

Peki, bizler dâhilerden neler öğrenebiliriz?
Bazı dâhilerin olağanüstü yeteneklerinin olmasının yanı sıra birçoğunda gözlenen birtakım özellikleri var. Acaba bu özellikleri bilen eğitimciler, öğretmenler öğrencilerini ya da yöneticiler çalışanlarını daha etkili yönlendiremezler mi? Peki ya bizler, dâhilerin bu özelliklerinden yararlanamaz mıyız? Neden olmasın? Dâhilerde gözlenen özellikleri sıralayalım:

– Çalışma ahlakı/ çok çalışma (Dehanın % 99’u terdir, der Edison.)
– Direnç/ kararlılık (Einstein’ın makalesi uzun bir süre kabul görmedi. Neden? Ezber bozuyordu çünkü)
– Özgünlük
– Çocuksu hayal gücü
– Üstesinden gelinemeyen bir merak
– Tutku (Tutkunuzun peşinden gidebilmek için önce onu bulmalısınız. Tutkunuzu bulmak için sadece, sevin ve çalışın).
– Yaratıcı uyumsuzluk
– İsyankârlık
– Sınır ötesi düşünmek
– Ayrıksı eylemler
– Hazırlık
– Takıntı
– Gevşeme
– Odaklanma

İşte dâhi, bu özelliklerin bileşkesidir. Dikkat edilirse bu niteliklerin bir kısmı, bir tür kişilik özelliği olarak da değerlendirilebilmektedir.

Meydan okuyanlara dikkat edin
Jack Ma, John Lennon, Edison, Churchill, Walt Disney, Darwin, William Faulkner, Steve Jobs. Bu dâhilere, standart IQ testleri uygulansaydı, sonuçlar hepimiz için şaşırtıcı -belki de hüsran- olurdu.

IQ testleri, bireylerin zihinsel yeteneklerini değerlendirmek için kullanılan standartlaştırılmış ölçüm araçlarıdır. Bu testler mantık, matematik ve dile dayalıdır. Okuldaki sınavları düşünün. Uygulanan sınavların/testlerin tanımlı bir süresi vardır. Okullarda yapılan sınavlar, ulusal ya da uluslararası büyük ölçekli sınavlar veya standartlaştırılmış testler, genelde yaratıcı cevaplara puan vermez, veremezler. Çünkü sınavlarda, testlerde anahtarlanmış ve doğru olan cevaplara puanlar verilir. Merak, tutku, odaklanma, yaratıcı uyumsuzluk gibi özellikler, süresi sınırlı ve içeriği tanımlı sınavlarla ölçülebilir mi? Sınavlarda ancak ve ancak öğrenilen/öğretilen bilgiler yoklanır. Oysa deha, öğrenmediği, bilmediği şeylerin; çözülmesi gereken problemleri keşfetmenin peşindedir. Dehaya, bildikleri değil bilmedikleri lazımdır. Burada merakla kastedilen daha çok anlama isteğidir. Anlama isteğine dayalı olan merak hepimizde, herkeste var. Ancak bu anlama isteği, dâhilerde çok daha şiddetli. Arkadaşlarınıza, çevrenizdekilere bu gözle hiç baktınız mı?

Yazar Joanne K. Rowling, üniversitede motivasyon eksikliği yaşadığı için kafede oturup öykü yazmaya çok fazla, derslerine ise çok az zaman ayırdığını ifade etmiş. Edison, sınıfının birincilerinden değil, sonuncularından. Einstein, beş kişilik fizik bölümünü 4. olarak bitirir. Steve Jobs’un lisedeki not ortalaması 2,65. Alibaba’nın kurucusu Jack Ma, Çin’de yapılan yükseköğretim sınavında başarısız olunca ikinci kez sınava girer ve 120 puan üzerinden 19 puan alır. Yanlış okumadınız, 19 puan. Beethoven, sayıları toplarken bile zorlanırdı ve en basit hesaplamaları yapamadığı  biliniyor. Walt Disney, vasatın altında bir öğrencidir ve sınıfta sık sık uyuyakaldığı söyleniyor. Picasso, alfabedeki harflerin sırasını hatırlayamazdı ve o, rakamları bir resmi temsil ediyormuş gibi algılıyordu. Hawking, 8 yaşına kadar okumayı bilmiyordu.

Zannetmeyin ki dâhiler, yaşamlarında her zaman ve her durumda başarılı oldular. Dâhiler de başarısız olmuşlardır. Hem de pek çok kez. Çoğu kez yanıldılar. Dışlandılar, aforoz edildiler, alay konusu oldular. Ama dâhiler, tekrar tekrar denemekte ısrarcıydılar. Âdeta kendilerine meydan okumuşlardır.

Dâhiler dünyayı değiştiriyorlar değiştirmesine fakat kimisi takıntılı ve huysuz. Kimisi Edison gibi empati yoksunu. Normların dışında ahlak anlayışı olan dâhiler yok mu? Var.  Dâhilerin beşer olduğunu unutmayalım. Çok üstün yaratılmış, mükemmel huy ve davranışlarla donatılmadıklarını bilmek gerek. Dehaların zaafları, çekilmez hırsları, dürüst olmayan yönleri de var. Elon Musk, son derece kaba ve tahammülsüz, değil mi? Mark Zuckerberg, kişisel verilerimizi şirketlere satıyor. Steve Jobs, yarattığı teknoloji ile plak, kamera üreticilerini sarsmadı mı? Onun yüzünden pek çok kişi işinden oldu. Edison, icadıyla bir açıdan mum imalatçılarının meslek hayatlarını bitirdi. Calculus için Newton, Leibniz’e ne hileler yaptı bir bilseniz.

Dâhilik, aynı zamanda bir tür travmatiklik
Erken yaşta bir ebeveynini, çoğunlukla da annesini kaybeden dâhilerin sayısı, dikkat çekicidir. Ressam Michelangelo, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Johann Sebastian Bach, Ludwig van Beethoven, Fyodor Dostoyevski, Lev Tolstoy, William Wordsworth, Abraham Lincoln, Mary Shelley, Clara Schumann, James Clerk Maxwell, Marie Curie, Charlotte&Emily Bronte, Virginia Woolf, Sylvia Plath, Paul McCartney, Oprah Winfrey. Bu isimlerin yaşamları, çocuklukları travmalıdır. Ne ki hepsi de dünyayı farklı yorumlamamıza neden oldular. Trajedilerin üstüne gitme, mücadele etme direnci dehayı biçimlendiriyor olamaz mı? Konforlu, mutlu ve zengin ailelerin çocuklarından neden dehalar çıkmıyor? Kimi zengin ailelerden deha çıksa da çarpıcı olan zenginlikleri değil yaşamlarının bir noktasında travmalı olmalarıdır. Dylan Thomas’ın “Mutsuz bir çocukluk geçirmekten daha kötü bir şey varsa o da çok mutlu bir çocukluk geçirmektir.” nüktesi söylenmek istenene net olarak işaret ediyor, değil mi?

Dâhilik nasıl ortaya çıkıyor?
Dâhilerin aşırı varlıklı ailelerden gelmediklerini görüyoruz. Şayet aileden bir servete konmamışlarsa servet sahibi kişilerden dâhi çıkmıyor. Ne ki aşırı yoksulluk durumunda da fırsatlara çok az rastlanılıyor. Orta sınıf olmak, dâhilik için bir şans. Ne ki şans hep hazırlıklı zihinlerden yanadır. Şans veya fırsatlar, kendine emek vermiş dâhilerin karşısına çıkmakta. Şans, sıradan insanlara uğramıyor. O hâlde, fırsatlar ayağımıza geldiğinde hazırlıklı olmalıyız. Çok çalışarak şansımızı artıracağımız aşikâr. Çünkü dâhilik, aniden beliren bir şey değil. Esasında “Eureka!”, (Buldum!) denilen anlar, uzun süreli zihinsel bir hazırlık sürecinin sonucunda vuku bulmakta. Einstein, görelilik teorisini iki yıl düşünür. Tesla, zihninde yedi yıl boyunca endüksiyon motorunu tasarlar.

Şayet sizi yönlendirecek bir ebeveyn yoksa günün birinde bir akıl hocasıyla karşılaşmak gerek. Akıl hocanız da yoksa cesur olun, ezberleri bozun, kararlar alın ve uygulayın. Bu dört edim konusunda kendi kendinize telkinlerde bulunun ve hatta davranış biçiminizi değiştirmeye çalışın.

Uzmanlığınızın/bilginizin esiri olmamak için bir başka yeteneğe/beceriye sahip olmak ya da farklı alanlarda kendimizi yetiştirmek cehalet değil, dâhilik göstergesi. Hangi yaşta olursak olalım merak eden, şaşıran, keşfeden öğreniyor. Bu keşfetmenin, çalışmanın, merakın sınırları yok ama bir “manyaklık” derecesinin olduğunu itiraf etmek gerek. Hemen iğne alıp gözümüze sokmayalım ama vakti zamanında Newton, gözüne soktuğu iğne ile renk algısına dair bir incelemeye koyulmuş. Tesla, yüksek voltajlı elektrik akımına kaç kez tutuldu dersiniz? Einstein, pusula ibresinin sabit durmasına şaşırdığı için görelilik/bağıntılılık teorisini inşa etti. Darwin, yaşlı bir ağaç kabuğunda iki böcek görür. Birini bir eliyle, diğerini öbür eliyle yakalar. Sonra kaybetmeye katlanamayacağı üçüncü ve yeni bir tür böcek görür. Hemen sağ elinde tuttuğu böceği, ağzına atar ve gördüğü üçüncü böceği yakalar. Merak, insana neler yaptırıyor neler? Edison günün ortalama 18 saatini çalışma masasında geçiren bir çılgın. Onun bu çalışma temposunun, kurduğu aile düzeninde ne tür sorunlara yol açtığını tahmin etmek zor olmasa gerek. 18 saat çalışan bir eşe, hangi eş katlanır?

Hiçbir dâhi ilhamla, hayallerle başarılı olmamıştır. Onun için ilham beklemeyin boş yere. Sadece tutkuyla çalışın… Şansa veya fırsatlara zihnen hazırlıklı olun. Bekleyerek zaferlerin kazanıldığı nerede görülmüş?

Dâhilerin sonsuz öğrenme aşkı
Peki, dâhinin aldığı eğitim önemli midir? Eğitim önemlidir çünkü bilinir ki eğitime tâbi tutulmayan zekâlar, yetenekler donuklaşıyor. Kavrama gücü kıtlaşıyor. Burada bahse konu olan eğitim, salt örgün eğitim olarak anlaşılmamalı. Meselemiz sadece diploma almak, programdaki derslere girip çıkmak değil. Dâhiler arasında eğitimini kesintiye uğratan, örgün eğitimi yarıda bırakanlar yok mudur? Vardır elbette. İşte bazıları: Bill Gates, Steve Jobs, Mark Zuckerberg, Elon Musk, Bob Dylon, Lady Gaga, Oprah Winfrey, Jack Ma, Richard Branson, Kanye West.

Bu örneklere bakıp “Hadi okula gitmiyoruz.” diyemeyiz. Eğitim sisteminin niteliğini tartışabiliriz ancak bu dâhileri örnek gösterip bireyleri eğitimden soyutlamaya teşvik edemeyiz. Dikkat edilirse okulu bırakan dâhiler, öğrenmeyi hiç bırakmadılar. Her biri, yaşam boyu öğrenme/deneme bağımlısı. Dâhilerin bilmeleri gerekenleri bir şekilde öğrendiklerine dikkat çekelim. Onlar, kendilerine sıkıcı gelen eğitim sisteminden veya isteksiz öğreticilerden uzaklaşarak esas itibarıyla meraklarını doyurmanın yolunu bulmuşlardır. Bu yolda, yeni ve alışılmadık deneyimler vardır. Cesurdurlar. Soru sorarlar ve aldıkları cevabı dikkatle dinlediklerini biliyoruz.

Dâhiler, hedefleri doğrultusunda ilerlemek için büyükşehirlere, nitelikli saygın üniversitelere, silikon vadilerine, teknokentlere gitme konusunda tereddütte dahi düşmezler. Neden? Çünkü aradıkları cevaplar oralardadır ve bilirler ki oralarda kendisi gibi zekâlar vardır.

Sokrates, Luther, Galileo, Gandi gibi dâhilerin her zaman vuku bulan bilme aşkı, onların toplum tarafından dışlanmalarına da neden olmuş mudur? Elbette. Ne ki bilmek istediklerinde ısrarcı oldukları için çoğu zaman otoriteye de meydan okumuşlardır. Dâhilerin meydan okumaları isyankâr olduklarından değildir. Kaldı ki pek çok isyancının fikirleri kimsenin işine yaramıyor. Hatırlatalım, dâhiliğin tanımında toplumları iyi ya da kötü yönde etkilemek söz konusu idi. Dâhilerin, meydan okumaları toplumlara bırakacakları etkilerin bir anlamda habercisi.

Sonuç olarak, dâhilerin hayatlarına, kariyerlerine ve düşünce tarzlarına baktığımızda, onların sıra dışı başarılarının arkasındaki ortak özellikleri görebiliriz. Genellikle dehalar özel ve olağanüstü yeteneklere sahip bireyler olarak tanımlansalar da başka özelliklere sahip olduklarını biliyoruz. Onların bu özelliklerinin (alışkanlıklarının) çoğunu bizler de edinilebiliriz. Evet, dâhilerin hayatlarından çıkarılacak birçok ders bulunmaktadır. Çalışma ahlakı, direnç, özgünlük, merak, tutku gibi özellikler, herkesin hayatında uygulanabilir ve geliştirilebilir özelliklerdendir. Sürekli öğrenme motivasyonu, meydan okumalar ve hedeflere kararlılıkla ilerleme arzusu, hepimizin başarısını artırabilecek unsurlardan birkaçı. Bu yazıda, dâhilerin tarihsel evriminden başlayarak dâhilikle yetenek arasındaki farka, dâhilerin toplumu dönüştürme potansiyeline ve onların yaşama biçimlerinden çıkarılabilecek derslere değinildi.

NOT Anlatım ve imlâ hatalarıma işaret etmekle kalmayıp bu yazıyı değerli yorumları ve önerileriyle güzelleştiren Kıymetli Öğr. Gör. Dr. Fatma Türkyılmaz hocama gönülden minnettarım.

Bu yazı Bilim ve Gelecek Dergisinde yayımlanmıştır.

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...