A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Bu hafta, Tülay hocamın karşısına büyümüş ve iki çocuklu bir anne olarak çıktım. Aynı atölyede benim dışımda çoğunluğu öğretmen olan fakat farklı mesleklerden katılımcılar da vardı. AVM’lerde gezmek yerine kendi gelişimlerine katkı vermek isteyen insanlarla bir aradaydım. Bu çağda kendimizi geliştirmemek için bahanemiz olmamalı artık.
Atölye
başlıyor. Hepimiz çok enerji doluyuz,
mutluyuz, heyecanlıyız ve de meraklıyız. “Muhallebiyi yutan labirent”
atölyesinde acaba neler düşünecek, neler yapacaktık? Tülay hocamla olan dar zamanlara
sıkıştırılmış kısa sohbetlerimiz dahi dolup taşarken 90 dakika boyunca kim bilir
kaç kez daha dolup taşacaktım? Ortak noktalarımız az mıdır çok mudur bilmiyorum
ama bildiğim bir nokta vardı: kitapları, okumayı, insanı ikimizde çok
seviyorduk. 90 dakika boyunca merak edip bilmediğimizi öğrenmenin ve üstelik
bildiğimizden de şüphe etmenin itkisiyle yol aldık. Atölye bittiğinde
ben dâhil tüm katılımcılar, 20 ya da 30 metrekarelik alanın her santimetre karesine ayak izlerimizi bırakmıştık.
Atölyenin
ana teması, oyun çağındaki çocukların kitaplarla tanışmasını kolaylaştırmanın bir yolunu veya yollarını fark etmek ve fark ettirmekti. Bunun için tanıştık, ısındık, kaynaştık, oynadık ve paylaştık. Pek çok ebeveyn gibi ben de istiyorum ki çocuklarım okumayı sevsin. Dokunduğum çocuklar da okumayı
sevsin. Nasıl yapmalı? “Kitaplardan nefret ediyorum” diyen bir çocuğa, kitap
okumanın kendisine kazandıracağı özgürlüğü nasıl anlatmalı? “İşte sana bir anahtar, al
bu anahtarı, istediğin kapıyı artık açabilirsin” demek mümkün müydü acaba? Bu atölye vesilesiyle
bildiğim, duyduğum tüm nasihatleri, stratejileri öncelikle hafızamdan sildim.
Yeni bir programla yüklenmiş olarak atölyeden çıktım. Atölye çalışmalarından kendime çıkardığım derslerle eve döndüm.
Elimde Elma Yayınlarından çıkmış olan “Labirent”
isimli çocuk kitabı. Kocaman hareketlerle kitabı göstere göstere fakat kitapla
ilgili tek söz etmeden salona girdim. Çocukların boy hizasında bulunan salondaki aynalı
dolabın üstüne elimdeki kitabı kapak resmi üstte olacak şekilde bıraktım. Oğlum Alp yanıma geldi, dolandı sonra dolabın
üstündeki kitabı fark etti (keza fark etmemesi mümkün değildi, o kadar büyük hareketler yaptım ki), kitabı eline aldı ve dedi ki “ bu kitap senin için mi yoksa benim
için mi?”. "Sen okursan senin içindir, ben okursam benim içindir, biz okursak
bizim içindir" dedim. Kitap kapağındaki resim, renkleri ile birlikte bu
çocukların dikkatini çekecektir diye tahminlemiştim. Bingo. Haklı çıktım. Dahası, kitapla
ilgili ilk soruyu soran ben değil, 9 yaşındaki Alp’ti. İkinci hamle de tamam. Kitap kapağının bordo
fonundaki ahşap görünümlü kapı resmi, göreni sanki “bu kapıyı aç, bu kapağı aç”
diye dile geliyordu. Edindiğim bilgiler, beni doğruluyordu. Çocuklar, merak
ederse dokunurdu, koklardı, tadardı, sorardı. Ama gerçekten merak ederlerse yaparlardı da... Bir kitabın
kapağını açabilirlerdi. Evet, evet. Kitabın kapağındaki resim ya da fotoğraf
çocuğun dikkatini çekerse o kitap ele alınırdı.
Ebeveyn olarak üstümüze düşen içeriği, metni yaşlarına uygun kitapları edinip evdeki masanın üstüne bırakmak ve uzaklaşmak. Hepsi bu!
Ebeveyn olarak üstümüze düşen içeriği, metni yaşlarına uygun kitapları edinip evdeki masanın üstüne bırakmak ve uzaklaşmak. Hepsi bu!
Evde, okumayı bilen bir erkek çocuk, bir de henüz okumasını bilmeyen bir kız çocuğu olmak üzere iki çocuğum var. Kitapla tanışmanın ilk
akşamı, sağımda kızım, solumda oğlum ortada ben olmak üzere kitabı sesli okumaya
başladım. "Biz okursak" kitap bizim olacaktı, değil mi? İlk 20 sayfayı okudum, birlikte dinledik. Bugünlük bu kadar yeterdi. Alp, 'anne 2 sayfa daha, 3 sayfa daha' diye diye Labirent'i okumaya
devam etmemi istiyordu. İşte beklediğim tepki, bu. Kaç gündür kitabı onlardan önce okumamak için kendimi tutuyorum.
Birlikte okumaya başladıysak kitabı birlikte bitirmeliydik. Atölyeden döneli 5
gün olmuştu, kitabı henüz bitirmedik. Gün oldu, çok oynayıp geç yattıkları
için bile isteye kitabı okumayı erteledim.
Bakalım kapının ardından ne çıkacak, ne bulacağız bodrum kattaki kapısı kapalı odayı açınca? Kapıyı açabilecek miyiz ki? Devam edecek...
