A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
İnsan,
düşündüğünü söyleyen ve eyleyen bir canlıdır. Soruyorum kendime: sen nasıl bir
canlısın?
Son üç yıldır kesintisiz sosyal medyanın
eğitimcileri tarafından patlatılan “Pisa Direktöründen ve onun eğitim
sistemimize dair açıklamalarının” naklinden bıktım doğrusu. Biz, bu sistemin
içinde yaşıyoruz zaten. Neyin ne olduğunu bilmeyecek kadar aciz miyiz? Değiliz. Elin
adamının eğitim sistemimizle ilgili söylemediği, bilmediği pek çok şeyi de biz
biliyoruz üstelik. Ne var ki eğitim bilimcilerimizin pek çoğu, bu bildiklerini
söylemeye cesaret edemiyorlar, hepsi bu!
Misal, Pisa direktörü, “ ezberci eğitimden
uzaklaşılmalı” demiş-miş! Bunu 'sen', 'ben', 'o' düşünmüyor mu?
Düşünüyoruz. Bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Fakat söylemiyoruz,
söy-le-ye-mi-yo-ruz, değil mi? Söyleme cesaretimizin eksikliğini, üçüncü
kişiler üzerinden gideriyoruz. Yani “ben söylemedim, o söylemiş” oluyor. Aman
başıma bir iş gelmesin, ruhiyatı. Ama hata ediyoruz. Söyleyeceklerimizi, bir
başkasının söylemleri üzerinden söyletmek bana tuhaf geliyor. Feryat ediyorum: A be hocam, elin
adamından önce -bu memleketin yetiştirdiği- meslektaşların ne demiş diye sen hiç
merak etmedin mi?
Pisa
direktörünün tespitlerinden çok daha fazlasını yazıp çizmiş meslektaşlarını ve
hatta oda-juri arkadaşlarını niye görmüyorsun, duymuyorsun? Yoksa Pisa
direktörünün söylemlerini göklere çıkarmana sebep, söyleyenin dili midir, milliyeti
midir? Nedir bu yabancılara duyduğumuz hayranlığın sebebi? Kendimize olan
yabancılığımız mı yoksa?
Ne diyeyim? Hayırlı “satışlar” hoca!
