Ana içeriğe atla

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Eğitimdeki Şansa Bakın!

Soru sormak; hem bilgi edinmenin (öğrenmenin) hem de edinilen (öğrenilmiş) bilginin miktarını, niteliğini ölçmenin bir yoludur. Dolayısıyla soru sormaktan vazgeçemeyiz.

Eğitimde bilgi edinmenin, eğitimde ölçmenin dahası soru sormanın yolu, cevabın elde edilişine göre farklılaşmaktadır. Eğitimde hedef-davranışı ölçmeye konu olan bir soru önermesi, yazılı ya da sözlü olarak cevaplandırılmasının yanı sıra soru önermesinin uzun ya da kısa cevaplandırılması da beklenebilir. Bu beklentiyle hazırlanan soru önermelerine “cevabı üretilen soru/madde tipi” adlandırmasını yapabiliriz. Cevabı üretilen soru önermesi, şayet ölçmeye konu olan cevabın üst düzey becerilerle sarmalandığı ve cevabın sınırlandırılmadığı bir yapıda ise beklenen cevap uzundur ve bu sebeple ‘uzun cevaplı soru/madde tipi’ olarak adlandırılabilir. Cevabı üretilen soru önermesine şayet ölçmeye konu olan cevabın tanımlı, sınırlı ve kısa olması bekleniyorsa buna ‘kısa cevaplı soru/madde tipi’ adlandırması yapılır. Alan yazında uzun cevaplı soru/madde tipi adlandırmasının daha çok açık uçlu (yazılı yoklamalar) soru tipi1 ya da geniş katkı beklentili açık uçlu madde tipi2 olarak ifade edildiği gözlenmektedir.
Eğer soru önermesinin yapısında, anahtarlanmış doğru cevabın en az iki seçenek arasından bulunması isteniyorsa bu tip soru önermelerine “cevabı seçilen (seçmeli) soru/madde tipi” adlandırmasını yapabiliriz.  Dolayısıyla cevabın veriliş niteliğine ve hatta soru yapısında anahtarlanmış cevabın bulunup bulunmamasına göre “cevabı üretilen ve cevabı seçilen” olmak üzere soru önermelerini iki ana eksende sınıflandırabiliriz. Sorunun üretilmesi için harcanan zamana, soruyla ölçülen biliş düzeyine, değerlendirme sürecine, puanlama objektifliğine, cevaplama süresine, soruya cevap verecek bireylerin sayısına, bireylerde gözlenen kaygıya, şans başarısına vb niteliklerinden en az birini ölçüt alarak soru önermelerini sınıflandırmak pek tabi ki mümkündür.

Özellikle katılımcı hacminin geniş olduğu ölçme ve değerlendirme uygulamalarında gözlemlediğimiz, sınav/test sorularının, cevabı seçilen çoktan seçmeli soru tipinde olduğudur. Cevapların objektif puanlanması, belirli standartlarla aynı anda uygulanabilmesi, değerlendirme teknolojisinin gelişmiş ve hızlı olması bakımından çoktan seçmeli soru tipinin oldukça kullanışlı bir soru tipi olduğu söylenebilir. O halde cevabı seçilen ve çoktan seçmeli soru/madde tipini biraz irdeleyelim.

Olasılık mı ve şans mı?

Ortada “seçenek” olduğuna göre şüphesiz bir “olasılık” durumu vardır. Bu olasılık, seçenekler arasından doğru cevabın seçilme olasılığıdır. Seçenekler arasında, anahtarlanmış bir doğru cevap varsa ve bu doğru cevabın seçenekler arasından isabetle seçilme olasılığı,  1/seçenek sayısı oranı kadar olacaktır. Örneğin, dört seçenekli çoktan seçmeli bir test sorusunda doğru cevabın bulunma olasılığı ¼’tür. Beş seçenekli çoktan seçmeli bir test sorusunda ise doğru cevabın bulunma olasılığı 1/5’tir.

Eğitimde ölçme ve değerlendirmelerin amaçlarından biri, bireylerin ne bilip bilmediklerinin, hedeflenen bilgi ve beceriye sahip olup olmadıklarının belirlenmesidir. Akabinde, eğitimde ölçmenin amacı, bireylerin ne kadar şanslı olup olmadığının belirlenmesi hiç değildir. Peki, gerçekte, ölçülmek istenen davranışa sahip olmayanın “olasılık sınırları içinde” doğru cevabı seçmesine “şans başarısı” diyor muyuz? Diyoruz. Peki, neden önemlidir şans başarısı? Çünkü şansla kazanılmış bir beceri, şansla bulunmuş doğru bir cevap, şansla alınmış bir puan programlı ve sistemli bir eğitimde istenmez, beklenmez. Ölçümlerin kararlılığına, tutarlılığına, duyarlılığına şans bir faktör olarak etki ettiğinde, bir tür hata kaynağı olarak ele alınır. Oysa hata mıdır? Bu konuda çok ciddi şüphelerim var doğrusu! Peki ya, eğitim sürecinde yanlış yapmak, hata olarak değerlendirilebilir mi? Bir sınırı, kapsamı var mıdır? Varsa sınırı, kapsamı ne olmalıdır?

Gerçekte doğanın insana sunduğu seçenekler ve bu seçeneklerin olma olasılıkları apaçık ortada iken doğru cevabı seçme olasılığının var olması hata mıdır? Yoksa seçme olasılığının isabetli sonucu mu bizleri rahatsız etmektedir? Doğru olan mı, yanlış olan mı hatadır? Hata olan şans mıdır yoksa hata olan olasılık durumunun isabetli sonucu mudur? Hata, doğru ve yanlış kavramları üzerine ayrıca düşünmeliyiz!

Varsayalım ki aracınızla gitmek istediğiniz bir yer var. O yere varan pek çok yol olduğunu biliyorsunuz. Ancak, otoyolda bilmediğiniz, daha önce hiç gitmediğiniz yol sapakları ile karşı karşıya kaldınız. Hangi yola sapmanız gerektiğini bilmiyorsunuz. Pek çok yol arasından gelişigüzel seçtiğiniz bir yolun varacağınız yere giden en kısa yol ve doğru bir yol olması, şansınıza kahretmenizi gerektirir mi? Sanmıyorum.  Bir başka örnek, acıkmış bir aslan, ceylan yerine öküzü avladı diye tabiat aslana ceza keser mi?  Eğitimin amacı bireyin tabiatla uyumsallaştırılması, değil midir? Okullar, doğanın küçük modelleri, değil miydi? Öğretim programlarının amacı, bireylere yaşantılar sağlamak değil miydi? Doğada canlılar, yaptıkları seçimlerle cezalandırılmakta mıdır? Ispanak yemeği yemek yerine pırasa yemeğini seçmiş bir bireyin pırasayı seçtiği için bir başkası tarafından cezalandırıldığını gördünüz mü? Gerçekte, doğada insanlar yaptıkları seçimler için cezalandırılmıyorsa, yaşantılar geçirdiğimiz eğitim sürecinde ölçülen davranışların sınırlı olasılıklar içinden gelişigüzel seçilmesi eylemini cezalandırmak mantıklı mıdır? Bireylerin yapmış oldukları seçimlerin sorumluluğunu almayı ve sonuçlarına katlanmayı sağlamak yerine “cezalandırmak” bir eğitimin var olma nedeni olabilir mi?

Şansla gelen başarı, gerçekte bilenin, çaba harcayanın başarısıyla kıyas edilmiş ve şans başarısını elimine etmek için ölçme biliminde arayışlar başlamıştır.  Belli sayıltılar altında şans başarısını elimine etme formülleri (yanlış cevaplardan doğru cevapların eksiltilmesi gibi) matematiksel olarak kabul görse de bu formüllerin insan psikolojisi ve dolayısıyla eğitim bilimi ile çelişen sonuçları vardır.  İrdeleyelim.

Sayıltımız; soruyla ölçülmek istenen davranışa sahip bireyler, soruyu doğru olarak cevaplandırır. Bu sayıltının temel alındığı 20 adet beş seçenekli seçmeli soru ile karşı karşıya kalındığını düşünelim. Tabloda altı bireyin cevap örüntülerini inceleyelim.

Bireyler
Doğru cevap sayısı
Yanlış cevap sayısı
Boş cevap sayısı
Şans başarısından arındırılmış doğru cevap sayısı*
A
16
4
0
15
B
16
0
4
16
C
4
16
0
0
D
20
0
0
20
E
0
0
20
0
F
0
20
0
-5
Şans başarısından arındırma ya da düzeltme formülü, her 4 yanlış cevap için 1 doğru cevap eksiltmesidir.
                                     
Sayıltımızı unutmayalım. Tüm bireyler için geçerlidir ki ölçülmek istenen davranışa sahip olanlar soruları doğru cevaplandıracaklardır veya ölçülmek istenen davranışa sahip olmayanlar soruları yanlış cevaplandıracaklardır.
*  A bireyi, ölçülen davranışların 16’sına sahip iken 4’üne sahip değildir. Gerçekte ölçülmek istenen 4 davranışa sahip olmayan A bireyi, 4 soruyu yanlış cevaplamıştır. Şans başarısını elimine ederek (her 4 yanlış cevap için 1 doğru cevabı eksilterek) A bireyine 16 değil, 15 soruyla ölçülmek istenen davranışa sahipsin dedik ve A bireyini eksilttik, göstermiş olduğu performansı azalttık. Gerçekte bilmediği 4 soru için bildiği bir doğru cevapla A bireyini cezalandırdık.
*  B bireyi, ölçülen davranışların 16’sına sahip iken 4’üne sahip değildir. Gerçekte ölçülmek istenen 4 davranışa sahip olmadığı için 4 soruyu cevapsız bırakmıştır. Şans başarısını elimine edilmesi, yanlış cevap sayıları üzerinden yapıldığı için B bireyi, A bireyinden daha çok bilen olmuştur. A ve B bireyleri ölçülmek istenen davranışlara eşit sayıda sahip olmalarına ve eşit sayıda ölçülmek istenen davranışa sahip olmamalarına rağmen A bireyini, B bireyine göre düzeltme formülü ile işte böyle cezalandırdık.
*  C bireyi, ölçülen davranışların 4’üne sahip iken 16’sına sahip değildir. Gerçekte ölçülmek istenen 16 davranışa sahip olmadığı için 16 soruyu yanlış cevaplamıştır. Şans başarısını elimine ettiğimizde C bireyine 4 puan değil, 0 puan verdik. Yani C bireyine diyoruz ki ölçülmek istenen hiçbir davranışa sen sahip değilsin. C bireyini eksilttik, göstermiş olduğu performansı azalttık. Gerçekte bildiği 4 soruya rağmen onu bilmediği sorularla cezalandırdık. C bireyi, bildiğini bilmiyormuş gibi yapsa idi -bildiği 4 soruyu cevapsız bıraksa idi- acaba daha mı iyi ederdi? 4 soruyu doğru bilmesine rağmen sen hiç bilmiyorsun dedik.
*  D bireyi, ölçülen davranışların tamamına sahiptir. Alacağı puan pek tabi ki 20. Yanlış ve cevapsız cevabı bulunmadığı için D bireyini diğer bireylere göre yüce bir insan olarak atfedebiliriz artık. J [Ne kadar iyi ettik, bilemiyorum!?]
*  E bireyi, ölçülen davranışların hiçbirine sahip değildir. Gerçekte ölçülmek istenen tüm davranışlara sahip olmadığı için soruları cevapsız bırakmıştır. Bilmediklerinin seçimi, yanlış cevap olsa idi ceza alacaktı ancak bilmedikleri cevapsız cevap olduğu için C bireyine göre E bireyi, 0 puanla bilmemenin psikolojik avantajını sağlamış oldu.
*  F bireyi, ölçülen davranışların hiçbirine sahip değildir. Gerçekte ölçülmek istenen tüm davranışlara sahip olmadığı için soruları yanlış cevaplamıştır. Bilmediklerini cevapsız bıraksa idi ceza almayacaktı ancak bilmedikleri yanlış cevap olduğu için F bireyini eksi puanla bilmemenin ötesine geçirmiş olduk. Cevapsız cevap örüntüsüne sahip E bireyini, C ve F bireylerine göre psikolojik üstünlüğü sağladığı için herhalde tebrik edebiliriz.  

Şimdi seçmeli sorulara verilecek muhtemel tepkileri üç başlık altında sınıflandıralım. Seçmeli bir soruyu bir birey;
1-      doğru cevaplayabilir,
2-      yanlış (birden fazla cevabın seçilmesi durumunda da cevabın yanlış sayıldığı notunu düşelim) cevaplayabilir ya da
3-      cevapsız cevaplayabilir.
Şimdi bu cevaplama tepkilerinin olası psikolojik örüntülerine bakalım.  

Seçmeli sorularda ‘Doğru’ cevabın seçilmesine ilişkin psikolojik örüntüler
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa gerçekten sahiptir; sorunun doğru cevabını biliyordur, öğrenmiştir ve soruyu doğru cevaplamıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa sahip değildir; doğru cevabı tam olarak bilmiyordur ancak tüm çeldiricilerin yanlışlığını (doğru cevap olamayacağını) bildiği için çeldiricileri elemiştir ve soruyu doğru cevaplamıştır.
  • Birey,  soruyla ölçülen davranışa sahip değildir, doğru cevabı bilmiyordur ancak bazı çeldiricilerin doğru cevap olamayacağını, yanlışlığını bildiği için bazı çeldiricileri elemiştir, seçenek sayısını azaltmıştır ve kalan seçenekler arasından doğru cevabı bulma olasılığını arttırmıştır. Dolayısıyla azaltılan ve kalan seçenekler arasından birey, doğru cevabı gelişigüzel seçerek soruyu doğru cevaplamıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa sahip değildir; doğru cevabı bilmiyordur, çeldiricilerin yanlışlığı hakkında da bilgisi yoktur ve soruyu gelişigüzel bir seçenek seçerek soruyu doğru cevaplamıştır. [Gelişigüzel doğru bulunmuş cevaplara “şans başarısı” denilmekte idi. Bu seçme eyleminde “tahmin” yoktur. Tahmin etmenin, şansla kurulacak bir ilişkisi de yoktur. Çünkü tahmin etmek, yöntemi gereği veriye, akla ve sezgiye dayalı olarak yapılır. Bu söylemimin aksi olsa idi herhalde hava tahminleri yapılmaz; şansa bırakılırdı.]
  • Bireyin soruyu okumaya vakti kalmamıştır. Bireyin soruyla ölçülen davranışa sahip olup olmadığı, doğru cevabı ya da çeldiricilerin yanlışlığını bilip bilmediği gerçekte bilinmemektedir. Ancak birey soruyu okumadan gelişigüzel bir seçenek seçerek soruyu doğru cevaplamıştır. [Bireyin, soruyu okumadan seçmeli bir soruyu gelişigüzel doğru cevaplaması yine “şans başarısı” olarak adlandırılmaktadır. Tahmin yoktur.]

Seçmeli sorularda ‘Yanlış’ cevabın seçilmesine ilişkin psikolojik örüntüler
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa gerçekten sahip değildir; sorunun doğru cevabını bilmiyordur, öğrenmemiştir ve soruyu yanlış cevaplamıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen doğru bilgiye sahip değildir; ancak sorunun doğru cevabıyla ilgili gerçekte yanlış bilgilere sahiptir ve yanlış bilgilere dayanarak soruyu yanlış cevaplamıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa sahip değildir; doğru cevabı bilmiyordur, öğrenmemiştir. Ancak bazı çeldiricilerin yanlışlığını (doğru cevap olamayacağını) bildiği için çeldiricileri elemiştir. Şansını arttıran birey kalan seçenekler arasından gelişigüzel bir cevap seçmiştir ve soruyu yanlış cevaplamıştır. [Gelişigüzel yanlış cevabı seçen birey için şansız diyelim mi? Yoksa şansı, başarısız mı diyelim? ]
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa sahip değildir; doğru cevabı bilmiyordur, çeldiricilerin yanlışlığı hakkında da bilgisi yoktur ve soruyu gelişigüzel bir seçenek seçerek yanlış cevaplamıştır. [Ortada şans başarısı yoksa şans başarısızlığı var diyebilir miyiiz? ]
  • Bireyin soruyu okumaya vakti kalmamıştır. Bireyin soruyla ölçülen davranışa sahip olup olmadığı, doğru cevabı ya da çeldiricilerin yanlışlığını bilip bilmediği bilinmemektedir. Ancak birey soruyu okumadan gelişigüzel bir seçenek seçerek yanlış cevaplamıştır.[Bireyin, soruyu okumadan seçmeli bir soruyu gelişigüzel yanlış cevaplaması şans başarısızlığıdır, ne yapsak ki?]

Seçmeli sorularda ‘Cevapsız (Boş)’ cevaba ilişkin psikolojik örüntüler
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa gerçekte sahip değildir ve soruyu gerçekte bilmediği için cevapsız bırakmıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa gerçekte sahip değildir. Ancak birey, puanlamada yanlış cevaplarından doğru cevabının eksiltileceğini bildiği için soruyu cevapsız bırakmıştır. [Yanlış bilgilerin, kavram yanılgılarının tespit edilmesi ya da öğrenme ile ilgili bir geri bildirime dönüşmesi böylece örselenmiştir]
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa kısmen sahiptir; gerçekte doğru cevabı bilip bilmediğinin kararsızlığındadır. Birey çekimser kalıp soruyu cevapsız bırakmıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa kısmen sahiptir; gerçekte doğru cevabı bilip bilmediğinin kararsızlığındadır. Ancak puanlamada yanlış cevaplarından doğru cevabının eksiltileceğini bildiği için soruyu cevapsız bırakmıştır.
  • Birey, soruyla ölçülen davranışa gerçekte sahiptir. Ancak puanlamada yanlış cevaplarından doğru cevabının eksiltileceğinin bilgisi ile kararsız kalmıştır. Üstüne bireyin kişilik özelliği (aşırı kaygı, öz güvenin zayıflığı vb) soruyu cevaplama tepkisine bir faktör olarak etki ettiğinden birey, soruyu cevapsız bırakmıştır. [Bireyin doğru bilgileri olsa dahi bu sefer karar verme becerisi örselenmiştir.]
  • Bireyin soruyu okumaya vakti kalmamıştır. Bireyin soruyla ölçülen davranışa sahip olup olmadığı, doğru cevabı ya da çeldiricilerin yanlışlığını bilip bilmediği gerçekte bilinmemektedir. Birey, soruya erişemediği için soruyu cevapsız bırakmıştır.
Doğru cevap, yanlış cevap ve cevapsız (boş) cevap örüntülerinin psikolojik temelleri ortadadır. Ancak puanlamada şans başarısını elimine etmek için düzeltme formülünün kullanılması ne doğru cevapların ne de yanlış cevapların “gerçekte ya da pratikte” ne kadarı doğru bilgiden ne kadarı yanlış bilgiden kaynaklı olduğu bilinmemektedir. Bilmediğimiz bir bilgiden yola çıkarak, bireylerin yanlış cevap sayılarından doğru cevap sayılarını eksiltiyoruz. Birey, soruyla ölçülen davranışa sahipse soruyu doğru ve ilgili davranışa sahip değilse soruyu yanlış cevaplandırır olarak ifade edilen temel bir sayıltıyışans başarısı varsayımı ile alaşağı ediyoruz. Her şeyden önce eğitimin insani ilkelerini görmezden geliyoruz. Şans başarısı elde eden bireylere (üstelik “gerçekte” ne kadar şanslı olduklarını dahi bilmeden) ceza puanı uygulamak doğru bir yaklaşım değildir. Eğitimde yanlış yapmanın, öğrenmenin bir yolu olduğunu kabul ediyorsak, bireylere yanlış cevapları için neden ceza puanı kesiyoruz? Yanlış bileni doğrulamak(bilmediğini öğrenme fırsatını tanımak) yerine neden cezalandırıyoruz? Üstüne gerçekten yanlış bilgiye sahip bireyleri, ceza puanı uygulaması ile daha çok eksiltiyoruz. Gerçekte yanlış ya da eksik bilgiye sahip olan bireyleri hiç ama hiç geliştirmiyoruz.  Eğitimde; yanlış cevap veren/yanlış bilen bireyleri, doğru bildikleri üzerinden cezalandıramayız. Aksine öğrenmenin fırsatlarını arttırmalıyız. Şans başarısını elimine etmek için düzetme formülünün uygulanması gerçekte bireylerin ne kadar şans başarısına sahip olduğu bilinmeden yapılıyor. Eğitim ve eğitimde değerlendirme felsefemiz, yanlışı cezalandırma olmamalıdır. Yasakçı bir düzenin yıkıcı sonuçları ne ise puanlamalarda şans başarısı adı altında düzeltilme formülünün uygulanması da bireyler için benzer yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır.

Yanlış Cevapları, Doğru Cevaplarla Cezalandırmak Yerine Öğrenme Fırsatlarını Arttırma Yollarını Düşünmeliyiz!
Öğrenmenin bir değil pek çok yolu vardır. İnsanlar yanlışlarından pek tabi ki öğrenirler.
Eğitim ile ne yapmak istiyoruz? Belli bir mekânda, belli bir zamanda, belli bir içerikte, nitelikli bir kişinin/kişilerin kılavuzluğunda, belli araç gereçlerle, belli materyallerle, uygun öğretme-öğrenme etkinlikleriyle bireylerin yeteneğini, bilgi edinimlerini, becerilerini, davranışlarını geliştirmek istiyoruz. Bireyin yeteneğinde, bilgi edinimlerinde, becerisinde ya da davranışlarında değişiklik oldu mu? Arttı mı, azaldı mı? Gelişti mi, geriledi mi? Eğitim için harcadığımız zamanı, emeği, kaynakları acaba boşa mı yoksa etkili mi kullandık?
Merak etmeyecek miyiz?
Ölçmeyecek miyiz?
Elbette merak edeceğiz.
Elbette ölçeceğiz.
Eğitim sürecini elbette tesadüflere bırakmayacağız.
Eğitim biliminin kuramsal çerçevesine ve deneysel verilerine dayalı aldığımız kararları her durumda sınayacağız; gerekirse ölçütlerimizi değiştireceğiz. Dolayısıyla sınavlardan asla vazgeçmeyeceğiz. Ölçme ve değerlendirme etkinliklerinden vazgeçemeyiz. Eğitimde ölçme ve değerlendirme etkinlikleri, yalnızca süreç sonlarında bir üst düzey eğitime geçiş için konu edinilen ve sınavların puanlama, değerlendirme, yerleştirme formüllerinden çok, çok daha fazlasıdır. Eğitim sistemimizi ve dolayısıyla ölçme-değerlendirme etkinliklerini, doğayla uyumlu ilkeler ve insanı yücelten değerler üzerine kurmalıyız; kurmaya mecburuz.


Kaynaklar
1- Turgut, M.F. ve Baykul, Y. (2010). Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme. Ankara: Pegem Akademi

2- Baykal, A. (2014). Sınav Sorusu Nasıl Yazılmalıdır? https://www.academia.edu/9685890/SINAV_SORUSU_NASIL_YAZILMALI


Not: Bu yazı EPODDER bülteninde Haziran 2017, 4.sayısında yayımlanmıştır. Tıklayınız...

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...