A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Yıl 1453, Fatih Sultan Mehmet, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Kostantinepolis’i fethetti. Zaman, tarih şeridinde Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağı açtı. İstanbul, Yeni ve Yakınçağ’ın şehri; Ortaçağda adı Kostantinepolis.
Bugün İstanbul’un fethini
kutlamak, tarihi bir yanılgının içinde olmaktır. İstanbul ne zaman fethedildi? Adı İstanbul'muydu ki? [Rahmetli eğitim bilimci Prof. Dr. Ata Tezbaşaran'ı yâd ediyor; saygı ve sevgiyle anmak istiyorum.] Yoksa fethedilen Kostantinepolis miydi? Amaaan canıııım, ha İstanbul ha Kostantinepolis mi diyelim? Bu kadar da cahil mi kalalım? Kalmayalım.
Yoksa tarih ve İstanbul sözcükleri bizim için, kebapçı, kavurmacı ve börekçi gibi yer adlarının belirtisiz sıfat tamlamalarından mı ibarettir?
Yoksa tarih ve İstanbul sözcükleri bizim için, kebapçı, kavurmacı ve börekçi gibi yer adlarının belirtisiz sıfat tamlamalarından mı ibarettir?
Ortaçağ geçmiş, Yeniçağ geçmiş ve biz -Yakınçağ’ın insanları- adı İstanbul dahi olmayan Kostantinepolis’in fethini kutsayarak, kutlayarak çağı atladığımızı mı düşünüyoruz? Hayır, kandırılıyoruz.
Ortaçağ'da gemileri,
karadan Haliç sularına yürüten bir zekânın ve yüksek bir çabanın ne kadarının idrakındayız? Biz, Yakınçağı’ın insanları farkında mıyız acaba? Ne yapıyoruz? Ya övünüyoruz ya dövünüyoruz. Yakınçağ’ın insanları, Ortaçağ’dan ne zaman çıkacak? Dekoru,
sahnesi ve kostümlü oyuncuları ile fetihi defalarca tiyatrolaştırmaktan daha
fazlasını ne zaman yapacağız? Daha fazlasını yapmamız gerekmez mi? Tarihi bilinç, geçmişi tekrar etmek
midir? Yoksa geçmişin üzerine geleceği inşa mı etmektir?
Sonra bu Yakınçağın içinde kendimi hayal
ediyorum: Bir hafta öncesinden hızlı tren biletimi almışım. Ankara’dan İstanbul’a gidiyorum. Galata
Köprüsü’ndeyim. Akrebin 10’u, yelkovanın 6’yı göstermesini bekliyorum. Heyecanım,
Ağrı dağının zirvesinde. Etrafımı saran kalabalık ile hep bir ağızdan 3-2-1 diye geri sayımı başlatıyoruz. Uzaya
fırlatılan roketin atmosfere yükselişini izlerken bir taraftan da periscope’dan canlı
yayınlardayız. Uzaya gönderdiğimiz bilmem kaçıncı roketin kutlamasını yapıyoruz. O roketin içine oğlumu ve kızımı koyuyorum. Öyle hayal ediyorum. Hayal benim değil mi?
Oysa ben, ortaçağdan'da yeniçağ'dan da çıkıp öyle geldim yakınçağa. İnsanın insana, insanın hayvana olan zulmünü kınamak için, düşüncenin özgürlüğü için birlik olalım çağrısı hâlâ bu çağda yapılır mı? Aşmadık mı? Çıkmadık mı daha Ortaçağ'dan, Yeniçağ'dan. Şimdi kendime, geleceği, tepişmeden planlamak için bir adres daha veriyorum:
Hayallerimi, umutlarımı fethettiğim mahalle
Yakınçağ sokağı, numara Dünya
Uzay/Zaman.