A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Sorunu "ciddiye" almanın bir diğer adı panik yapmak değildir.
Dün zorunlu ihtiyaçlar için 1 haftadır çıkmadığım evimden çıkıp evime 5 dakika uzaklıktaki büyükçe bir markete gittim. Ödeme için kasaya geldim. Kasiyer kişi, genç bir kız. Genç bir kız olmasından ötürü zannımca yaptığım çıkarımlar: kasiyer kişi evli değil, en çok lise mezunu, asgari ücretle çalışıyor, ailesi ile yaşıyor ve bu kişi aile gelirine çalışarak destek oluyor olsa gerek. Duyularımla algılayabildiğim apaçık durumlar (görüngüler) ise şöyle: kasiyer genç kızımızın yüzünde maske yok, eldiven yok, yanında-yakınında-görünürde bir şişe kolonya dahi yok. Dahası nakit para veya kredi kartı değiş-tokuşu gerekliliği nedeniyle müşteri ile arasındaki mesafe de 1 metreden daha kısa idi. Tutamadım kendimi ve sordum kasiyere: neden tedbir almıyorsunuz, korunmuyorsunuz? Bana cevabı "olacağı varsa olur" idi? Bunun üzerine - Bak, dedim. Ben 5 dakika sonra çıkıp buradan hızlıca gideceğim ve belki bir hafta markete hiç gelmeyeceğim ama sen sabah 10'dan beri buradasın ve her gün onlarca kişiye maruz kalıyorsun ve belki de maruz kalmaya devam edeceksin. Dünyanın baş etmeye çalıştığı bir hastalık, bir gerçeğimiz var. Kendini koru ki sevdiklerinde korunsun" dedim. Bu genç kasiyer kızımız, hem kendisinin hem de en sevdiklerinin sağlığının kendi sorumluluğuna bağlı olduğunun farkında değil. Basit bir tedbirin bahanesi yoksulluk-fakirlik, inanç-iman, iş-güç olamaz, olmamalı da.
Dünkü yaşantımdan anlıyorum ki ülke insanımızın pek çoğunun evine, yakınlarına, ateş düşmediği için "ciddi" değiliz. Sevdiklerimize ateş düşmediği için durumu, ciddiye alamıyoruz. Davranışlarımızın bilincinde değiliz, eylemlerimizi bağımsız yönetemiyoruz. Çünkü biz, ne kendi aklımızı kullanma cesaretini gösterebilen olan bir birey olarak büyütüldük ne de bağımsız düşünebilen bir birey olarak eğitildik. Ve belli ki "durumun ciddiyetini" başımıza gelmeden, sevdiklerimize ateş düşmeden, ocağımız yanmadan anlayamayacağız. Ve yine belli ki "sağlık olsun, canımız sağ olsun" söylemiyle duygularımızı tatmin etmeye devam edeceğiz.
Ve bir soru: Kimi insanlar neden öngöremiyordu da sadece başına geleni öğrenebiliyordu?
