Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Toplumsal bir iz düşüm olarak Gresham Yasası!

A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış.  İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham,   “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...

Biz okursak kitap bizim içindir.

Bu hafta başkası için değil kendim için bir atölyeye katıldım. Adı: Muhallebiyi yutan labirent. Atölyenin yürütücü eski (!?) Türkiye’nin kıymetli eğitim bilimcilerinden Dr. Tülay Üstündağ.   Tülay hocam aynı zamanda iyi ki dersini aldım dediğim hocalarımdan biridir.  Bu hafta, Tülay hocamın karşısına büyümüş ve iki çocuklu bir anne olarak çıktım. Aynı atölyede benim dışımda çoğunluğu öğretmen olan fakat farklı mesleklerden katılımcılar da vardı.  AVM’lerde gezmek yerine kendi gelişimlerine katkı vermek isteyen insanlarla bir aradaydım.   Bu çağda kendimizi geliştir me mek için bahanemiz olmamalı artık. Atölye başlıyor.   Hepimiz çok enerji doluyuz, mutluyuz, heyecanlıyız ve de meraklıyız. “Muhallebiyi yutan labirent” atölyesinde acaba neler düşünecek, neler yapacaktık? Tülay hocamla olan dar zamanlara sıkıştırılmış kısa sohbetlerimiz dahi dolup taşarken 90 dakika boyunca kim bilir kaç kez daha dolup taşacaktım? Ortak noktalarımız az mıdır çok mudur bilmiyor...

Sesin çıkmıyor hoca!

İnsan, düşündüğünü söyleyen ve eyleyen bir canlıdır. Soruyorum kendime: sen nasıl bir canlısın? Son üç yıldır kesintisiz sosyal medyanın eğitimcileri tarafından patlatılan “Pisa Direktöründen ve onun eğitim sistemimize dair açıklamalarının” naklinden bıktım doğrusu. Biz, bu sistemin içinde yaşıyoruz zaten. Neyin ne olduğunu bilmeyecek kadar aciz miyiz? Değiliz.  Elin adamının eğitim sistemimizle ilgili söylemediği, bilmediği pek çok şeyi de biz biliyoruz üstelik. Ne var ki eğitim bilimcilerimizin pek çoğu, bu bildiklerini söylemeye cesaret edemiyorlar, hepsi bu!   Misal, Pisa direktörü, “ ezberci eğitimden uzaklaşılmalı” demiş-miş!  Bunu 'sen', 'ben', 'o' düşünmüyor mu? Düşünüyoruz. Bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Fakat söylemiyoruz, söy-le-ye-mi-yo-ruz, değil mi? Söyleme cesaretimizin eksikliğini, üçüncü kişiler üzerinden gideriyoruz. Yani “ben söylemedim, o söylemiş” oluyor. Aman başıma bir iş gelmesin, ruhiyatı. Ama hata ediyoruz. Söyleyeceklerimizi, b...

Ah “öngörülebilirlik!” Makamlarında oturan yetkililer, seni ne zaman terk ettiler bilemiyorum.

Devletimin kamu görevlileri, yetkili makamları yurttaşlarına şeffaf ve hesapverebilir hizmetler sağlamalıdır. Ben yaptım “oldubitti” anlayışı terk edilmeli. Ben yazayım, siz okuyun en iyisi. 2018 yılında çocuğumun gittiği devlet okulunun yanında bir inşaat yükselmeye başladı. Yükselen okul inşaatının valilikçe ilan edilen tabelasında “Haydar Aliyev İlkokulu”   inşaatı olduğu bilgisi verilmişti. Akıl sesim: İyi hoş da aynı bahçenin içinde iki tane ilkokula ne gerek vardı? Bahçede velilerle konuşuyoruz, keşke şu okul ilkokul değil de ortaokul olsa. Neden? Çünkü Afşin Bey ilkokulunun alım bölgesindeki çocuklar daha uzak bir ortaokula gidiyorlar? Tamam, her mahallede her tür seviyede okul olamaz? Böyle bir talebi dile getirecek kadar da mantıksız değilim zaten. Aynı bahçede iki ilkokul binası bulunması saçmalığındayım. Bunun üzerine ilçe milli eğitim şube müdürüne ilkin telefonla ulaşamayınca uzunca yazılı bir mesaj gönderdim. Yazılı mesajımın üzerine ilçe şube müdürü ile telefonla...

Doğanın bilgisinden yoksun şimdi ne yapacaksınız?

2018-2019 Yüksek öğretim istatistiklerine göre 129 devlet, 73 vakıf olmak üzere toplam 202 yüksek öğretim hizmeti sağlayan üniversite bulunmakta. Dikkatinizi çekerim adı öğretim değil, yüksek öğretim. 18-24 yaş aralığında yüksek(!) öğrenim gören (ö rgün, açık, ikinci ya da uzaktan öğretim fark etmeksizin) öğrenci sayısını, ortalama 5 milyon olarak ele alalım şimdi. Peki, her yıl üniversite eğitimi almak isteyen yetişkin öğrenci sayısı artarken üniversite eğitimi alan yaklaşık bu 5 milyon yetişkin öğrenci ne yapıyor? Bir taraftan niceliksel bir artış diğer taraftan niteliksel gerçeklikler:  üniversiteye girme isteği salt bir öğrenme-bilme tutkusundan çok diplomayla taçlandırılacak bir iş bulma kapısının anahtarını edinme amacına dönüşmüş durumda. Eh ne de olsa ülkemizde en kolay olanı, diploma almak! 2019 YKS'de lise diploması alan 628 bin 796 öğrenci 150 puan barajını aşamamış. Düşünsenize 12 yıl öğretime tabi tutulan öğrenciler, 12.yılın sonunda (üstelik etütler,...

"Yukarıdaki metne göre aşağıdakilerden hangisi" güzellemesi

Okul bahçelerinde bacak kadar boyları ile hemen fark edilirler: mini mini 1.sınıf öğrencileri… Romalıların eğitim sisteminde çoğu öğrencinin ödev (daha çok soru çözme) mahkûmiyeti vardır. Gardiyanları kâh ebeveynleri, kâh öğretmenleridir. Ödev verilmesine veya ödevin yapılmasına/yaptırılmasına karşı değilim. Olamam da. Çünkü bir işi iyi derece yapmanın, beceri geliştirmenin olmazsa olmaz koşulu zaman ayırıp tekrar tekrar yapmak/eylemek olduğunu bilirim. Bu noktada ödevler, az mıdır çok mudur, ilgi çekici midir yoksa sıkıcı mıdır... hiç orasında değilim mevzunun. Çocuklar, tüm enerjilerini tüm doğallıklarıyla yansıtıyorlar.   Sıradan bir etkinlik kitabı. O kadar sıradanmış ki sayfa numaraları kırmızı yeşil ışın kılıçlı -Star wars- karakterlerle neşelendirilmiş. Şimdi mevzu başlıyor, teker teker geliniz.   Çocuklar, bakıp da görmesini bilenlere çokça ilham veriyorlar. Peki, biz ne yapıyoruz? 4 yıl, 8 yıl veya 12 yıllık formel eğitimlerinde çocuklarımızı “aşa...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Neyleyim...

Ben bu dünyada, adı "sevgililer, anneler, babalar, çocuklar, kadınlar...vb. olarak atfedilen günlerin" hiçbirini sevmedim. Sev-e-medim. Ben bu dünyada, bu dünyanın "vitrinlik günlerinde" kendimi hiç mutlu hissetmedim. Hissedemedim. Ben bu dünyada, yapışkan ve cilâlı söylemlerin hiçbirini beğenmedim. Beğenemedim. Ben bu dünyada, "insan" olabilmenin çabasını veren insanları çok sevdim. Ben bu dünyada, çocukları da çok sevdim. Ben bu dünyada, çokça düşüncelerime ve duygularıma giydirilen elbiseleri çıkarmayı  sevdim. Ben en çok evcilleştirimeyi değil ehlileştirilmeyi, öğrenmeyi sevdim. Normal dağılıma uymayan düşüncelere takılıp kül olup yanmayı sevdim ben. Hegel'in mutlak tinini sevdim. Kendi için kendinde olan şeyi de sevdim. Ben bu dünyada, zihnimin farklı uzamlarında ve mekânlarında 0.05 hata olasılığının içinde kalmış tutum ve davranışlarımı kâh  kabul etmeyi kâh değiştirmeyi sevdim. İnsan bu dünyada başka ne sever, ne ister? Or...

Permütasyonum, Kombinasyonum!

Olabildiğince basit bir dille yazmaya çalıştım.    --   Neden? Çünkü Romalılara anlatıyorum ve yazıyorum.     --Umarım muvaffak olabilirim.   Neyi mi anlatmaya çalışıyorum?          --Permütasyon, Kombinasyon.       Bunların ölçme ile ne ilgisi var diyorlar?   Belki de o ilişkiyi ben kuruyorum. Ne olmuş yani? Soru şu: Üç maddelik bir ölçme aracındaki maddelerin sıra düzeni değiştirilerek kaç farklı (test) formu oluşturabilirsiniz? 3 maddeyi farklı şekillerde sıralayarak test formları üreteceğiz. Yani, 3 maddenin üçlü sıra düzenini önemseyeceğiz. O halde Permütasyon diyeceğiz. 3’ün 3’lü permütasyonu = 6. Bu durumda 3 maddeden oluşan 6 ayrı test formu oluşturabiliriz demektir.1000 maddelik bir madde havuzundan 25’er maddelik kaç farklı şekilde form oluşturabiliriz dersem, onu da siz düşünün! Test formu Maddeler A 1,2,3 B 1,3,2 C 2,3,1 D ...

Okumak için güzel bir gün, okumaya devam et.

Eğitimde yeni putumuz: STEM

Eğitim; ne derseniz deyin bir piyasa artık. Uşakları var, köleleri var ve bir de sahipleri. Özellikle eğitimcilerin eliyle piyasaya sunulan “eğitim modeli tarifelerini”, reform adıyla  ithal edilen uygulamaları bir düşünelim mi?   Yapılandırmacı öğretim modeli ile başlayan 'yeniye' olan hevesimiz sayesinde işbirlikçi öğrenme, proje temeli, beyin temelli, aktif öğrenme, performans değerlendirme, alternatif(!) ölçme ve değerlendirme araçları gibi kavramlarla coşup taşmadık mı? Hatırlamadınız mı? Eğitimde öğretmen mi aktifti öğrenci mi aktifti daha buna karar verememişken yahut ölçme ve değerlendirme araçları ile süreci mi sonucu mu ölçüyorduk buna nokta koyamamışken öğrencilerimizin ellerine tablet tutuşturmadık mı? Sonra olmadı bu deyip tabletleri alıp sınıflara akıllı tahtalar kondurmadık mı? Bir anda bilgi iletişim teknolojileri (BİT) kavramıyla karşı karşıya kalmadık mı? Sahi bu BİT’in eğitimdeki maksadı neydi? Yoksa araç mıydı amaç mıydı? Off offf. Çok kafam k...

Bilimsel eleştiri olmayınca kişisel tavsiyelerle bilim yapılır mı?

Söz konusu olan bilim ise b eğenilerimiz, tercihlerimiz veya alışkanlıklarımız “bilimsel bir eleştiri” niteliği taşır mı?  Hayatta taşımaz. Olsa olsa bunun adı öneridir, tavsiyedir. Mesleki ve kişisel yaşantımda tesadüf ettiğim durumun (birazdan anlatacağım) sıklığı o kadar arttı ki sessiz kalamayacağım daha fazla. Şöyle izah etmeye çalışayım. Örneğin çoban salatası yapacaksınız. Malzemesi bellidir. Domates, salatalık, biber, kuru soğan, maydanoz, tuz, sıvı yağ ve limon. Malzemeyi ister elinde doğra; ister robotta. İster sürmene bıçağı kullan; ister çin malı bir bıçak. Fark eder mi? Doğrama işlemi olduktan sonra hiç de fark etmez. Eğer çoban salatası yapacaksanız sebzeleri doğramanın bir usulü vardır. O usûl de parçaların küçük olmasıdır. Hangi doğrama aracını kullanırsanız kullanın, esas olan sebze parçalarının büyüklüğüdür. Salatalıkları halka halka, domatesleri yarım ay şeklinde doğrarsanız şayet bunun adı olmaz çoban salata, olur size söğüş salata. Usûlü yani yolu-yöntemi, ç...

Öğretmenler gününün şerefi haysiyetine bu yazı...

Öğretmen kimdir? Nedir, nasıl bir şeydir? Öğretmen, anne midir yoksa baba mıdır? Kitap mıdır, rehber midir? Usta mıdır, rol-model midir? Dahası nasılsınız? *** Kitaplardan okudum, yaşayarak öğrendim. Birey, doğduğu andan itibaren öğrenen ve deneyimleyenmiş. Birey, doğası gereği, çevresini gözler ve izlermiş; çevresindekileri taklit ve tekrar edermiş. Hepimiz için böyledir bu işler. Sosyal öğrenmenin kuramcısı Albert Bandura da ifade eder ki bizler, doğrudan tecrübe etmediğimiz ancak çevremizdeki bireylerin tecrübelerinden de öğrenebilen canlılarız. İyi ki kimi acı tecrübeleri yaşamadan öğrenen canlılarız.  Asla tecrübe etmek istemediğimiz davranışları,  b aşkalarının davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek öğreniyoruz, ne mutlu bize! Kimi durumda, tanıdığımız ya da tanışık olduğumuz kişilerden kendimize örnek davranışlar ve düşünceler  seçiyoruz ve öğreniyoruz. Kimi öğrenmelerimiz içgüdüsellikten, kimisi var olma, yaşamda kalma gayemizden. Kimi öğrenmelerimiz d...

Hayatıma matematik girmez olaydın...

Sizlerle yaşadığım yere ilişkin bir uydu haritası göstermek istiyorum. Bu harita üzerinden sorularıma cevaplar arıyorum. Bilenlerden hatta icra makamlarından bilgilerini rica ediyorum. Şimdilik masumiyet karinesi sebebiyle okul isimlerini, mahalle, il, ilçe bilgilerini paylaşmıyorum. İlgili, bilgili ve yetkili kimselerin benimle temas etmesi durumunda yerin açık adres bilgisini elbette verebilirim. Şimdi arkamıza yaslanalım ve bir süre haritaya bakalım. Kuşları göremeyeceksiniz ama ağaçları görebilirsiniz. Hatta içinizdeki çocuğu öldürmemişseniz karıncaları, uçuşan kavak polenlerini dahi görebilirsiniz. Bahar da geldi, bahçede oynayan çocukları yoksa göremediniz mi hâlâ? Neyse bu kadar romantizm yeter bize! Gerçeklere dönelim şimdi. Yukarıdaki uydu haritasında görülen yer, benim yaşadığım yere, evime çok yakındır. Uydudan işaretlediğim yerin çevresi 755 metredir. Fotoğrafa bakıyorum ve işaretlediğim yerin şekline yamuk deyiveriyorum. Yani, yamuğumuzun çevresi 755 metre ...

Eğitim, okulun bahçesinde başlar.

Bedeni, ruhu eğitmeden yahut eğitim kurumlarında bedene ve ruha (duyguya) mekân yaratmadan "akıl eğitimi" nafile bir çaba olarak kalmaya -ne yazık ki- devam edecek. Okul bahçelerine bakın. Orada ne ruh (sanat-estetik) ne de beden (eğitimi) kalmıştır. Okul bahçeleri pek çoğumuz için artık sadece tören alanlarından daha fazlası değildir. Söylemek zorundayım; eksiltilmiş mekânlarda, aklın eğitimi de yarımdır, tamamlanmamıştır. Şimdi sorarım çiçekler, sadece seyirlikse okul bahçeleri kimin içindir? Bedenimizi, duygularımızı keşfedemiyoruz; bedenimize, duygularımıza hâkim olamıyoruz? Bedenimize ve ruhumuza egemen olamadığımız için bilge insan da olamıyoruz.   Bedenimizi keşfetmeden aklı keşfetmek! Nasıl olur? Bedenini, ruhunu keşfetmeyen aklını nasıl keşfeder? Sınıflarımızı akıllı tahtalarla donattık ama okul bahçelerimizi göz ardı ettik? Niye? Burada söylemek istediğim okul bahçelerimizin metrekare cinsinden yüzölçümünün kaç olduğu değildir. Söylemek istediğim okul bahçel...

Yeni kurumlara köklü değişiklikler

Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES) hakkında başta YÖK’ün duyurusunu ve haber kaynaklarından bir kaçını aşağıda belirtiyorum. Doğrusu haber metinlerini okuduğumda köklü değişiklik algımızın bilhassa kullanılan dil sayesinde artık yüzeysel bırakıldığını düşünmeye başladım. Bugün (20.09.2018) buraya Yeni Ekonomi Programının (YEP) "yenisini" de koyabiliriz. Düşündüğüm konu yapılan değişikliklerin ne kadar köklü olduğudur? Yapılan bir değişikliğin köklü olması ne demektir, nasıl bir şeydir “köklü” olmak? Köklü olmak kökü olan bir durumu bildiriyorsa şayet, 2-3 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılması durumunu nasıl açıklayacağız? Köklü olan usul ve esaslarda, yönetmeliklerde bir zaman sonra bir değişiklik yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Yapmak durumundayız, çağ değişiyor ne de olsa. Köklü olmak, kalıcı olmak değil midir? Öyledir. Kalıcıysa, esaslıysa bir uygulama 3-5 yıl sonra tekrar köklü adıyla değişiklik yapmak nasıl bir şeydir? Bir şey ...

Suit odalı postmodern kongreler...

Sınıf yönetimi ile ilgili ders kitabımın sıradaki okuma konusu "lider öğretmenin özellikleri". Mecburen okuyorum. Lider öğretmen(?). Kulağa ne hoş geliyor. Bir dakika diyorum, geriye sarıyorum hafızamı. Şimdi bildiğimiz 'öğretmenin' yanında bir de 'lider öğretmen' mi varmış? Vay başımıza gelenler. Ne demektir lider öğretmen? Peki, ö ğretmen ne demektir? Benim bildiğim öğretmen, öğretmendir. Bir kavramın başına bir sıfat kondurarak berikinin içi boşaltılıp diğeri doldurulamaz, Romalı efendiler. İşini yapan öğretmen vardır, bir de yapmayan vardır. Resim öğretmeni vardır, sınıf öğretmeni vardır, İngilizce öğretmeni vardır...vs. Öğretmene, lider öğretmen kavramını giydirmek zorlama, yahu! Tüketilecek kavramlar hanesine +1 lütfen. Onca işimiz varken n e gerek vardı? Uyduruk-kıvrık, eğilmiş-bükülmüş kavramların çoğalması ve yayılması için en uygun ortamların atmosfer basıncında düzenlenen post modern kongrelerin, seminerlerin, panellerin, atöl...

Araştırmanın T-ADI

Bu yazının yazılma amacı, araştıran, sorgulayan ve çözümleyici bir duruş sergileyen ya da sergileyeme cesaret edemeyen bireylerin kanatlarını daha güçlü çırpabilmelerine vesile olabilmektir. Görülen o ki kalıplaşmış önyargılar, bilgisizliğin gösterişli teşhiri, temellendirilmemiş bilgilere olan bağlılık ve otoriteye teslimiyet davranışlarımıza, düşüncelerimize yahut kavrayışımıza fazlasıyla etki etmektedir. Niyetim, okuyucuya aç gözlerini, bak yüreğine demektir. Şimdi tüm bildiklerimizi unutalım ve masamıza “araştırma” sözcüğünü yatıralım. Türk Dil Kurumunun (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne bakalım,  araştırma sözcüğü ne demekmiş? Araştırma sözcüğünün ilk ve yaygın anlamı araştırmak işi, araştırı, istikşaf, taharri, tetkik tir. İkinci bir anlamı daha var o da, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı dır .  Güncel sözlükle yetinmeyelim. Araştırma sözcüğünü bir de terim olarak ele alalım ve TDK’nin terimler sözlüğüne bakalım. Araştırma sözcüğü b...

Fındık ve Soru Piyasalarında Yüksek Beklentilere Karşın Düşen Memnuniyetler

LGS, YKS, KPSS gibi ulusal ve merkezi olarak yapılan seçme ve yerleştirme sınavlarının mahiyeti ve bu sınavlara atfedilen önem dikkate alındığında sınavlara hazırlık süreci düşünmeye değerdir. Her sene LGS sonuçları açıklandığında sosyal medyada dolaşıma sokulan bu fotoğrafla birlikte belirtilen görüşler, eğitim sistemimizin çarpıklığını yüzümüze vurur da vurur. Merkezi sınavlara atfedilen önem -belki de yanlış algılama- nedeniyle eğitim-öğretim hizmetleri ziyadesiyle sakatlanır. Bu sakatlığa X kuşağı da Y kuşağı da Z kuşağı da maruz kalır. Eğitim sistemimiz, uzun zamandır test ve tost tartışmalarına sıkışmıştır. Özel dersler, okul sonrası kurslar, destekleme ve yetiştirme kursları, deneme sınavları, onlarca soru bankası kitapları… Sonuç; öğrenci mutsuz, öğretmen mutsuz, ebeveyn mutsuz. Bu kadar çok çalışmaya zaman ayırıp (sorular çözdürülüp) nasıl verimsiz/mutsuz olunabiliyordu acaba? İktisattın temel kavramlarını eğitime aktarılarak bu soruya cevap vermeye çalışılalım. Daha doğ...

Eleştirdiğini bari sen hiç yapma.

Sorularım var. İnsanlar ne kadar samimidir? İnsanlar, yasalara, kurallara ne derece uymaktadırlar? İnsanlar, kurallara saygı duyup gereğini yapmaktalar mı? Gelin, cevabı siz verin. Olay yeri, arabalar, ağaçlar tamamen gerçektir. Tarih 10 Eylül 2017. Batıkent Hüseyin Tek Parkı. Bu park, yalnızca itfaiye ve ambulans araçlarına açık olup 'normal şartlarda herkesin okuduğunu anladığı ortamlarda' araç trafiğine kapalı bir alandır. Parkın girişinde, trafik uyarı işaretleri mevcut olup parkın iki ucuna taştan bloklar konmuştur. Aslında trafik uyarı işaretini gören medeni insanlar için taştan bloklara dahi gereksinim duyulmaz ama bizde trafik uyarı işaretlerine rağmen ve hatta parkın tam karşısında açık otopark bulunmasına rağmen kural tanımayanlarımız yüzünden taştan bloklarla otomobil girişlerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Parka çıkan ara sokaklardan parkın içine girip park etmeye hevesli mahalle sakinlerimiz yok mu, tabi ki var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi yeşil alan olan par...