A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Rousseau'nun Emile'sinde okumuştum."Annesinin yetiştiremediği kadınlar, çocuklarını yetiştirmeyi sevmeyecektir" diyordu. Aklettikçe, vicdanım sessiz kalamıyordu.Modern toplumun, özgür(!) kadına ve erkeğe biçip giydirdiği başka bir kabul var mı yok mu ben yazayım, siz tartın en iyisi.
Bebeğin bakımında, annenin etkisi ve önemi üzerine pek çok çalışmayı, araştırmayı okumak mümkündür. Bir deneme yapıyorum ve Google'da anne bebek ilişkisi yazıp tıklıyorum. Veee 0,37 saniyede 923.000 sonuç görüntülüyorum. Oysa benim meselem bebek bakımı değildi. Bir bireyin adil ve ahlaklı yetiştirilmesi idi. Sadece karnın doyurulması değil, çocuğun nasıl yetiştirildiğidir benim meselem. Üzerimize giydirilen ve bize ait olmayan zihniyetin kendisidir, derdim.
Bebeğin bakımında, annenin etkisi ve önemi üzerine pek çok çalışmayı, araştırmayı okumak mümkündür. Bir deneme yapıyorum ve Google'da anne bebek ilişkisi yazıp tıklıyorum. Veee 0,37 saniyede 923.000 sonuç görüntülüyorum. Oysa benim meselem bebek bakımı değildi. Bir bireyin adil ve ahlaklı yetiştirilmesi idi. Sadece karnın doyurulması değil, çocuğun nasıl yetiştirildiğidir benim meselem. Üzerimize giydirilen ve bize ait olmayan zihniyetin kendisidir, derdim.
Kaybetme, ayırılma-bırakılma kaygısıyla büyümüş/büyütülmüş bir bebek, zamanı gelip birey olduğunda “adalet duygusu” defoludur artık. Özgüveni hissetmeyenin, şefkati, merhameti, adaleti köksüz bırakılmıştır. Özgüven dediğimiz duygu, yanımızda olmayanın yanı başında okuduğu kitaplarda vücuda gelmediğini biliyorum artık. Bir dolu kitap, akıl hocası size yaş dönemine göre çocuğun bilişsel ve fiziksel gelişimini sıralar durur da anne dediğin çocuğuna bakar, ailesini kurar, kurduğu aile bağları ile toplumsal çözülmeyi de güçleştirir demez.
Bugünün anneleri eksik, bebekleri yarımdır maalesef. Pek çok çalışan annenin, dile gelmemiş çelişkileri vardır. Annelerin bebekleri ile kariyerleri arasındaki sıkışmışlıkları o kadar büyüktür ki kendilerine ürettikleri gerekçeleri, bahaneleri -başta kendileri inanmasalar dahi- benimsemiş gözükürler. Hadi itiraf edelim.
Doğduğu günden iki yıla kadar geçen süreçte, bebek pek çok şey öğrenir. Anne sütünün dışında besinlerle tanışır, yürür, konuşur. Kendi sesinin ötesine geçer ve artık içinde yaşadığı toplumun “dilini” öğrenir. Peki dili öğrenen bir bebeğin, farkında olmadığını, öğrenmediğini, unuttuğunu, hissetmediğini söylemek mümkün müdür?
Bebek ilk adımını ne zaman atar?
İlk ne zaman agu sesini çıkarır?
Ne zaman anne der?
Bebek, bu ilk’leri gerçekleştirdiğinde annesi mi yanındadır yoksa bir başkası mı? İlk adımları atma çabalarını gösterirken bebek, yere düşüp etrafına baktığında kimi görür, kimi görmek ister? Kimin kucağında ağlayıp teselli bulmak
ister? Bebek, o ilk’leri gerçekleştirdiği anlarda, annesine dokunamamışsa, annesinin gözleriyle buluşamamışsa şefkati hissetmiş midir? İçine çekmiş midir merhameti?
Şefkati hissetmeyenin adaleti yoksundur, bebeğim.
Ve en yakınındaki bir anne, her şeyden çok sevdiği bebeğine, ilk darbeyi
vurup giden olmamış mıdır? Ekonomik koşulların gerekçesiyle daha iyi bir
hayatı sunma adına bebeklerini bırakıp da çalışan anneler, duygu durumu hırpalanmış bireylerin yetişmelerine sebep olmamışlar mıdır? Ömrünün o en özel yıllarını bebeği ile göz göze, diz dize geçiremeyen anneler, işte gelecek toplumun hastalıklı yapısından siz sorumlusunuz. Bir mühendis, çok gelişmiş bir robot üretebilir, olmamışsa robot, kırıp yeniden yenisini
yapabilir. Ama bir insan yetiştirirken ikinci kez
deneme şansımız yoktur. İnsan için olmadı, yetiştiremedik deme lüksümüz yoktur. Adalet
duygusu mu istiyorsunuz bebeklerinizi ilkin kendiniz büyütün anneler. Mesele insanlık değerlerinin içselleştirilmesidir, anneler. Sevgiye doymadan, emeksiz kalıba giren ne vardır? Annelikten kendini mahrum bırakma. Çocuğunu da annesiz bırakma. Zamanın telafisi bulundu mu yoksa?
Anne çalışınca yahut anne özgür olunca evde pişirilmeyen yemeklerin yerini dondurulmuş, hazır market gıdaları almadı mı? Dondurulmuş köfteler, hamburger ekmelerinin arasına girince oldu mu çocuğuna bir öğün? Kendi çocuğuna yemek yapmayı unutan kadınlar, çocuklarının geleceği için ne de çok çalışır oldular. Neyiz biz?
Anne çalışınca yahut anne özgür olunca her sabah kahvaltı masasına oturacak aile üyesi de bulunamaz oldu. Oysa çocuğun terbiyesi, ailede başlar demiyor muyduk? Ailesiyle kahvaltı yapamayan çocuk, özel okulların kahvaltı-öğle-ikindi yemeklerine, yemekhanelerine hapsedilmesini mi hoş görelim? Şimdi çocuklarımız hangi sofrada, hangi ailede, hangi bireylerden terbiye almıştır, düşündük mü hiç?
Anne çalışınca yahut özgür olunca evde yapılmayan yoğurtların, sütlaçların yerini ev yapımı etiketiyle ev yapımı yoğurtlar, ev yapımı sütlaçlar yer almıştır. Sadece kapitalizm budur! demekle işin içinden çıkılır mı? İşinden evine dönen annenin süper marketlere uğrayıp dondurulmuş ya da hazır gıda satın alma kolaycılığına alıştık mı yoksa?
Anne çalışınca yahut anne sözde özgür olunca bir kere çocuğunu emzirmek yerine 3-5bin TL kazanmanın hazzı işlenmiştir. Kariyer yapmanın ulviliği ile başımız döndürülmüştür. Dönmeyi bıraktığımız an düşüneceğiz ama bırakmıyorlar bizi; bilerek isteyerek döndürüyorlar bizi.
Çalıştığı için bebeğini, bebeğinin istediği anlarda emzirebilmiş midir modern anne? Evinden uzakta, 4 duvar arasında, yazdığı kağıtlar, yaptığı temizlik, telefonlara verdiği cevaplar, mühürlediği evraklar mı bebeğinin daha çok emmesine/beslenmesine/şefkati hissetmesine sebep olmuştur? Bebeğinin imdadına annesi yetişemeyince sermaye yetişmemiş midir? Bebeğini, bedeninden çıkan ana-sütünün yerine formül sütler alışveriş sepetlerine konmamış mıdır? Formül sütü ha alışveriş sepetine koymuşsun, ha bebeğinin ağzına, fark eden bir şey yokmuş gibi.
Kadınlığı yüceltip anneliği küçümseyenler, çocuklarını doğurmuş anneler değil midir? Babalar, kendi çocuklarına annesinin bakmasını, büyütmesini, eğitmesini istemediler mi yoksa? Sözüm ona modern toplum dayatmaları, kadını özgürleştirmek şöyle dursun doğasından, anneliğinden, koparmıştır. Modern toplumun erkekleri ise çoktan kabullenmişler, adına eşitlik demişler. Oysa annelik, kadının erkekle eşitlenemeyeceği bir mucize, değil midir?
Modern toplumun dayatmaları kadına, topuklu ayakkabı giydirirken anneliğini yaşamasını elinden almıştır. Modern toplum dayatmaları, kadına anneliği kendisini eve hapsetmek olarak dayatmıştır. Sözde evine hapsolmak isteyemeyen kadın, erkeğin özgürlüğüne göz koymuştur. Modernitenin buyruğu, kadının anneliğini hükümsüz bırakmış, aile bağlarını çözülmeye başlamıştır. Annenin çocuğu ile kuramadığı bağ, çocuk için hafta sonu etkinliklerine, kurslarına yahut iyi bir okul arayışı ile cisimleşmiştir. Neden? Çünkü modern çağın anneleri, çocuklarını herkesten çok daha fazla düşünmektedir. Böyle buyurmuştur modern toplumun özgürlükçü kadınları...
Anne çalışınca yahut anne özgür olunca evde pişirilmeyen yemeklerin yerini dondurulmuş, hazır market gıdaları almadı mı? Dondurulmuş köfteler, hamburger ekmelerinin arasına girince oldu mu çocuğuna bir öğün? Kendi çocuğuna yemek yapmayı unutan kadınlar, çocuklarının geleceği için ne de çok çalışır oldular. Neyiz biz?
Anne çalışınca yahut anne özgür olunca her sabah kahvaltı masasına oturacak aile üyesi de bulunamaz oldu. Oysa çocuğun terbiyesi, ailede başlar demiyor muyduk? Ailesiyle kahvaltı yapamayan çocuk, özel okulların kahvaltı-öğle-ikindi yemeklerine, yemekhanelerine hapsedilmesini mi hoş görelim? Şimdi çocuklarımız hangi sofrada, hangi ailede, hangi bireylerden terbiye almıştır, düşündük mü hiç?
Anne çalışınca yahut özgür olunca evde yapılmayan yoğurtların, sütlaçların yerini ev yapımı etiketiyle ev yapımı yoğurtlar, ev yapımı sütlaçlar yer almıştır. Sadece kapitalizm budur! demekle işin içinden çıkılır mı? İşinden evine dönen annenin süper marketlere uğrayıp dondurulmuş ya da hazır gıda satın alma kolaycılığına alıştık mı yoksa?
Anne çalışınca yahut anne sözde özgür olunca bir kere çocuğunu emzirmek yerine 3-5bin TL kazanmanın hazzı işlenmiştir. Kariyer yapmanın ulviliği ile başımız döndürülmüştür. Dönmeyi bıraktığımız an düşüneceğiz ama bırakmıyorlar bizi; bilerek isteyerek döndürüyorlar bizi.
Çalıştığı için bebeğini, bebeğinin istediği anlarda emzirebilmiş midir modern anne? Evinden uzakta, 4 duvar arasında, yazdığı kağıtlar, yaptığı temizlik, telefonlara verdiği cevaplar, mühürlediği evraklar mı bebeğinin daha çok emmesine/beslenmesine/şefkati hissetmesine sebep olmuştur? Bebeğinin imdadına annesi yetişemeyince sermaye yetişmemiş midir? Bebeğini, bedeninden çıkan ana-sütünün yerine formül sütler alışveriş sepetlerine konmamış mıdır? Formül sütü ha alışveriş sepetine koymuşsun, ha bebeğinin ağzına, fark eden bir şey yokmuş gibi.
Kadınlığı yüceltip anneliği küçümseyenler, çocuklarını doğurmuş anneler değil midir? Babalar, kendi çocuklarına annesinin bakmasını, büyütmesini, eğitmesini istemediler mi yoksa? Sözüm ona modern toplum dayatmaları, kadını özgürleştirmek şöyle dursun doğasından, anneliğinden, koparmıştır. Modern toplumun erkekleri ise çoktan kabullenmişler, adına eşitlik demişler. Oysa annelik, kadının erkekle eşitlenemeyeceği bir mucize, değil midir?
Modern toplumun dayatmaları kadına, topuklu ayakkabı giydirirken anneliğini yaşamasını elinden almıştır. Modern toplum dayatmaları, kadına anneliği kendisini eve hapsetmek olarak dayatmıştır. Sözde evine hapsolmak isteyemeyen kadın, erkeğin özgürlüğüne göz koymuştur. Modernitenin buyruğu, kadının anneliğini hükümsüz bırakmış, aile bağlarını çözülmeye başlamıştır. Annenin çocuğu ile kuramadığı bağ, çocuk için hafta sonu etkinliklerine, kurslarına yahut iyi bir okul arayışı ile cisimleşmiştir. Neden? Çünkü modern çağın anneleri, çocuklarını herkesten çok daha fazla düşünmektedir. Böyle buyurmuştur modern toplumun özgürlükçü kadınları...