A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Yerlere çöp atmak yasaktır.
Koridorda koşmak yasaktır.
Hazır ol’da konuşmak yasaktır.
Walkman, mp3 çalar ve cep telefonlarının okulda
kullanılması yasaktır.
Sakız çiğnemek yasaktır.
Çimlere basmak yasaktır.
Gürültü yapmak yasaktır.
Kopya çekmek yasaktır.
Wikipedia yasaktır.
Eleştirmek yasaktır.
Düşünmek de yasaktır.
Wikipedia yasaktır.
Eleştirmek yasaktır.
Düşünmek de yasaktır.
Hatta kütüphanede kitaplara dahi dokunmak
yasaktır.
…
Bu listeyi uzatmak mümkündür. Eğitim kurumlarında sıkça
gözlediğim, duyduğum yasaklardan bazılarını sıraladım. Yasakçı bir dilin egemen
olduğu eğitim kurumlarında, demokratik tutumlara, özgürlükçü ve eşitlikçi
eğilimlere sahip bireylerin yetişmesi -görünen o ki- imkânsızdır. Bu kadar çok
“yasak” dilinin baskın olduğu kamusal ve sosyal alanlarda, bireylerin problem
çözmesini beklemek, her halde deveye hendek atlatmaktan farksızdır. Özellikle
eğitim kurumlarında kuralların yasaklara dönüştürülmesini doğru
bulmuyorum. Kuralların öğrenciler tarafından içselleştirilmesi gerekmiyor mu?
Öyleyse neden yasak? sorusuna tatmin edici cevaplar verilmediği sürece
kuralların dolayısıyla yasakların sayısı azalmayacak, artacaktır. “Yaparak
yaşayarak öğrenme” sloganının öğrenciler için gerçekte “yapma, yaşama sadece
yasak ve yasaklara uy” zihniyetinde sürdürüldüğü gözlenmektedir. Bugün mü bu
böyle oldu, elbette hayır. Ben kendi çocukluğumdan beri böyle bilirdim dersem
herhalde süreçle ilgili bir ipucu vermiş olurum. Eğitim kurumlarında yasakları
sıralamak yerine kuralları acaba nasıl içselleştirmeliyiz? Benim önerim ilkin
yasakçı söylemlerden dilimizi arındırabilmemizdir. Nasıl mı?
Yerlere çöp atmak yasak yerine temiz çevre
sağlığımız içindir.
Kopya çekmek yasaktır yerine dürüstlük
erdemdir.
Koridorlarda koşmak yasak yerine koşarken dikkatli olunuz.
<Okullarda, çocukların olduğu ortamlarda çocuklara koşma demek çok
anlamsız, çocuklar elbette koşmalıdır; hatta bu durum
desteklenmelidir.>
Kitaplara dokunmak yasaktır yerine okumak zihni
kibarlaştır, okuyunuz.
Çimlere basmak yasaktır yerine gerçek sevgi
korumaktır.
… Benzeri söylemleri geliştirmeliyiz. Gelişmiş
toplumlar, yasaklar yerine olumlayıcı bir dili öncelikler. Olmaması gerekeni değil olması gerekeni
ifade etmek gerekmez mi? Düşüncemiz neyse dilimiz de odur. Düşünelim. Yasaklara
boğulmuş bir dilden yaratıcı düşünceler ortaya çıkar mı? Sanmıyorum. Kuralın
olmaması durumunda ne olduğuna dair çocuklara gerekli deneyimi sunamadığımız
sürece, bu kurallar hiç içselleşemeyecektir. Oysa “yaparak yaşayarak öğrenme”
demiştik. Okullar çocukların yaparak yaşayarak öğrenme deneyimi oluşturmalarına
imkânı vermemektedir. Olması gereken kuralları, birlikte yaşamanın
gerektirdiği davranışları öğrencilerin kendilerinin düşünmesi gerekmez mi?
Ben olsam ne yapardım? Özellikle ilkokullarda çocuklara, kuralların tersini yapmalarına fırsat vererek çokça deneyimlemelerini sağlardım. Yaşantılarının sonucuna
dayalı olarak kuralı koyanın ben değil kendilerinin olmasını sağlardım.
Bir gün olsun, tüm öğrencilerin koridorlarda koşmasına
imkân tanırdım. Böylece koşarken
birbirlerine çarpan ve düşen öğrencilerin, çözüm yolunu bulacaklarını gözlemleme
fırsatını edinirdim.
Bir başka gün sınıflardaki, bahçedeki tüm çöp kutularını
kaldırır ve çocukların özellikle çöplerini yere atmalarına göz yumardım. Elbette
çöplüğe dönen ortamdan rahatsızlık duyacak öğrenciler olacaktır ve çözüm üreten
yine kendileri olacaktır.
Bir başka gün sınav yapmıyorum der, kura çekerek
öğrencilere puan verirdim. Olmadı kopya çekildiği bir sınav ortamı da sağlardım.
Bundan rahatsızlık duymayacaklar mıydı? Öğrenciler adalet, hak duygusunu
hissetmeyecekler miydi? Hissettikleri an ne yapmaları gerektiğini de sağduyuları ile bileceklerdir.
Güneşli günlerde güneş gözlüğü ile hazır ol!’da istiklal
marşımızı söyleyen yöneticilerimiz olabildiğine göre pekalâ kışın soğuğunda
şapkalarımızı çıkarmadan marşımızın söylenebilirdi. Ben üşürken yüreğim okuduğum Marşı hissedebilir
miydi? Dolayısıyla okullarda hazır ol!’da değil kendimizi en rahat (ki rahatsak
mutluyuzdur) hissettiğimiz vaziyette İstiklal marşımızı söylemeyi yeğlerdim. Çünkü
ben sevginin ve saygının en umulmadık mekanlarda, en hazır olunmadık anlarda
kıymetli ve belli edilir olduğunu hissetmişimdir.
Küçük yaşlarda davranışların şekillendiği bilindiğine
göre kuralların yasaklara dönüşmemesi için özellikle ilkokullarda
çocuklara yaparak yaşayarak, somut öğrenme ortamlarının (en güzeli oyun oynamak)
sağlayıcısı olabilmeliyiz. Ortaokul ve lise öğrencileri için otorite
sağlayamayız, sınıfı yönetemeyiz benzeri düşüncelere hemen kapılıp
kaygılanmayınız. Ortaokul ve liselere devam eden ancak bu yaşantıları daha
ilkokulda geçirmiş öğrenciler için kaygılanmaya artık gerek yoktur. Çünkü
biliriz ki yetişkinler yani soyut düşünme kapasitesine sahip gençler, artık
başkalarının deneyimlerinden öğrenebilirler, kendi sezgilerine güvenebilirler,
öncüllerden sonuç çıkarabilir olgunluğuna erişmişlerdir. İşte o nedenle, ümidimiz hâlâ gençliktedir.
Sevgimle,
saygımla, muhabbetle mutlu kalınız.