A ltın ve gümüş sikkelerin birlikte kullanıldığı zamanlarda insanlar altın olanı saklamış, gümüş olanı harcamış. Neden? Çünkü insanların değerli olanı elde tutması, değersiz olanı ise elden çıkarması oldukça rasyonel bir davranış. İşte rasyonel olan bu davranışı, 16.yy’da İ ngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı olan Sir Thomas Gresham, “kötü para, iyi parayı kovar” ifadesiyle ekonomik bir yasaya dönüştürmüştür. Gresham yasası, yazılı (nominal) değerleri a ynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olan paranın piyasadan (dolaşımdan) çekilmesidir. Nominal değer ve külçe değeri ne demektir? Örneğin bir madeni paranın üzerinde “5 TL” yazıyorsa bu onun nominal değeridir. Külçe değeri ise paranın yapıldığı metalin (altın, gümüş, bakır, nikel vs.) piyasa değeridir. Yani parayı eritip sadece metal olarak sattığınızda elde edeceğiniz değerdir. Örneğin elinizde iki adet 5 TL’lik madeni para var. Biri gümüşten, diğeri nikelden yapılmış olsun. İki...
Ne zamandır yazmak istediğim
bir konuyu ancak bugün yazabildim. Hepimiz hem fikirizdir. Yapılması gerekeni,
sorumluluğunda olan bir işi veya görevi bir başkasına yaptırmak ahlaksızlıktır.
Örneğin kendisinin yazması gereken lisansüstü tezini, kişi bir başkasına neden
yazdırma ihtiyacı duyar ben en çok burasındayım. Bu ahlaksızlığı eleştirirken
1- Örneğin tezini yazdıranın başkasına fahiş paralar ödemesini veya bedavaya yaptırmasını
2- Adı sanı bilinmeyen veya tanıdığı bir kişiye ya da unvanlı-kariyer sahibi birine yaptırmasını eleştiriye konu etmenin çuvaldızı değil iğneyi dert edindiğimizi düşündürtmektedir bana. Konuyu eleştirirken çuvaldızı kendimize batırmayı da unuttuğumuzu düşünüyorum.
Problemin ana kaynağı, yaptıranın (tezini yazdıranın) ahlaksızlığıdır. Peki, bir kişi, tezini neden başkasına yazdırma ihtiyacı duyar? Tez yazdıranı cık cıklayan akademisyenim bu konuda sen ne yaptın? Riyakarlık yapmadın mı? Piyasada tez yazan firmaların arka bahçesinde sen yok musun? Akademinin içinde aaa ne kadar ayıp deyip de arabana bindikten sonra evine dönüp öğrencinin tezini yazıp ücreti cukkaya gömen kim acaba? Lisansüstü programlara bin zahmetle giren öğrencilerimiz bilim felsefesi, araştırma teknikleri dersini hakkıyla almadan neden mezun olurlar? Düşünün PhD. Nedir, ne demektir? İngilizce bilenler rahatlıkla cevaplayacaklardır. PhD, philosophy of doctora sözcüklerinin kısaltmasıdır. İngilizceden Türkçe’ye çeviri yaparsanız Felsefe doktorası anlamı çıkar. Farklı alanlarda lisansüstü öğrenim görenlerin felsefeci olması mümkün olmadığına göre bu unvan yani PhD. Ünvanı konu alanının felsefesini yapabilen demektir. Pardon ama biz, lisansüstü programlarımızda bilim tarihi, bilim felsefesi, araştırma yöntemleri konusunda bilgi edinmiyoruz ki? Bilim felsefesi, bilim tarihi bilmeden PhD. ünvanlarını alıyoruz. Kapı isimliğinde de gayet şık duruyor, varsın olsun diyebilir miyiz? Bu öğrencileri, seçen biziz; derslerini veren biz, yeterli gören biz, danışmanlığını yapan biz. O halde bizim sorumluluğumuz nerede başlayıp nerede bitmektedir? Konu alanı uzmanlarından profesyonel destek hiç almayacak mıyız? Profesyonel destek almayı, tez yazdırmakla eş değer tutamazsınız. O halde sınırları ne olmalıdır? Düşünmemiz gerekmez mi? Örneğin anahtarınız içeride kapının dışında kaldığınızda kapıyı mı kırarsınız yoksa anahtarcı mı çağırırsınız? Çağırdığınız anahtarcıdan kat be kat eğitim düzeyiniz yüksek olabilir ancak buna rağmen kapıyı açmasını teknik olarak bilmiyorsanız ve beceri sahibi değilseniz elbette profesyonel yardım alırsınız, olağandır. Kapıda kalana kapıyı kendin açsaydın o kadar okudun diyor muyuz? Bilmediğimizi öğrenme çabası kadar bilmediğimizi öğrenme sürecinde profesyonel destek almak ayıp da değildir ahlaksızlık da değildir. Hatta profesyoneline bir bedel ödemek en çok kendimizi özgürleştirir. Sizi, minnet duygusundan arındırır. İş bu noktada sınırları çizip öğrencilerimize veya kendimize konuyu doğru aktarmalıyız. Sadece tezini yazdıranları ve bu işi yapanları eleştirmek yetmez, aynı zamanda yol göstermek de gerekmez mi? Az biraz çuvaldızı hatırda tutmak gerek. Düşünmeye başlıyorum. Konuyu eleştirirken tutarlı gözlemlerim de olsun istiyorum.
Bilimsel bir araştırma yapıyorsanız çalışmayı sürdürecek maddi kaynak önemli bir probleminiz olabilir. İşte bu problemi çözmek için Bilimsel Araştırma Projeleri koordinasyonlukları, proje destekleri işe koşulmuştur. İyi ki de varlar. Destek azdır çoktur orasında değilim. Sorum şu: Yaptığınız araştırma için mi proje desteğine başvuruyorsunuz yoksa kaynak almak için mi proje yazıyorsunuz? Bence sorunun cevabı önemli.
Alanımızla ilgili kitap yazıyoruz. Yazdığımız kitabın aynı alandaki öteki kitaplardan farkı nedir? Hangi boşluğu doldurmuştur? Peki niçin kitap yazdınız? Kendini tekrarlayan konu alanı kitaplarının varlığını eleştirmeyecek miyiz? Herkesin kendi öğrencilerine yazdığı bir ders kitabının maksadı nedir?
Aldığı eğitim alanının dışında akademik bir kadroya atanmak ne demektir? Bunu kabul eden makama bir şeyler söylemeyecek miyiz? Sıktık dişimizi, gözümüzü yumduk mu diyeceğiz?
Dedim ya bir elimde çuvaldız. Tezini yazdıran cık cıklanırken ben ne yapıyorum sorusunu da kendime sormak zorundayım.
Serbest piyasadır, rekabet ortamıdır isteyen istediği kitabı istediği niyetle yazar mı, yazabilir. İsteyen istediği projeye danışmanlık yapar mı yapar. Hizmetinin karşılığını alır mı, alır; almalıdır da. İsteyen sorumluluğunu gönülden yapar; isteyen yapmaz. Değerli olanın, sorumluluk sahibinin ölçüsü kişinin kendisidir. Ancak ne var ki ahlaksızlığın, popülerliğin, riyakârlığın, yalanın, sahtekarlığın, hatta sahte bilimin, şiddetin bu derece tavan yaptığı bu çağda, değerli olana itibar etmek, sahibine (bana) aşağılanmışlık duygusunu hissettirmektedir. Doğal seçilim varsa denge sağlanır, fazla endişelenmemek gerekir der kendime, geçerim. Benim düşüncem görünen o ki bugün çöplükte değerli olanı aramakla meşgulüz. Umarım gelecekte değerli olanlar arasından “seçim” yapan bir konuma evriliriz.
Sevgimle, saygımla, muhabbetle mutlu kalınız.
1- Örneğin tezini yazdıranın başkasına fahiş paralar ödemesini veya bedavaya yaptırmasını
2- Adı sanı bilinmeyen veya tanıdığı bir kişiye ya da unvanlı-kariyer sahibi birine yaptırmasını eleştiriye konu etmenin çuvaldızı değil iğneyi dert edindiğimizi düşündürtmektedir bana. Konuyu eleştirirken çuvaldızı kendimize batırmayı da unuttuğumuzu düşünüyorum.
Problemin ana kaynağı, yaptıranın (tezini yazdıranın) ahlaksızlığıdır. Peki, bir kişi, tezini neden başkasına yazdırma ihtiyacı duyar? Tez yazdıranı cık cıklayan akademisyenim bu konuda sen ne yaptın? Riyakarlık yapmadın mı? Piyasada tez yazan firmaların arka bahçesinde sen yok musun? Akademinin içinde aaa ne kadar ayıp deyip de arabana bindikten sonra evine dönüp öğrencinin tezini yazıp ücreti cukkaya gömen kim acaba? Lisansüstü programlara bin zahmetle giren öğrencilerimiz bilim felsefesi, araştırma teknikleri dersini hakkıyla almadan neden mezun olurlar? Düşünün PhD. Nedir, ne demektir? İngilizce bilenler rahatlıkla cevaplayacaklardır. PhD, philosophy of doctora sözcüklerinin kısaltmasıdır. İngilizceden Türkçe’ye çeviri yaparsanız Felsefe doktorası anlamı çıkar. Farklı alanlarda lisansüstü öğrenim görenlerin felsefeci olması mümkün olmadığına göre bu unvan yani PhD. Ünvanı konu alanının felsefesini yapabilen demektir. Pardon ama biz, lisansüstü programlarımızda bilim tarihi, bilim felsefesi, araştırma yöntemleri konusunda bilgi edinmiyoruz ki? Bilim felsefesi, bilim tarihi bilmeden PhD. ünvanlarını alıyoruz. Kapı isimliğinde de gayet şık duruyor, varsın olsun diyebilir miyiz? Bu öğrencileri, seçen biziz; derslerini veren biz, yeterli gören biz, danışmanlığını yapan biz. O halde bizim sorumluluğumuz nerede başlayıp nerede bitmektedir? Konu alanı uzmanlarından profesyonel destek hiç almayacak mıyız? Profesyonel destek almayı, tez yazdırmakla eş değer tutamazsınız. O halde sınırları ne olmalıdır? Düşünmemiz gerekmez mi? Örneğin anahtarınız içeride kapının dışında kaldığınızda kapıyı mı kırarsınız yoksa anahtarcı mı çağırırsınız? Çağırdığınız anahtarcıdan kat be kat eğitim düzeyiniz yüksek olabilir ancak buna rağmen kapıyı açmasını teknik olarak bilmiyorsanız ve beceri sahibi değilseniz elbette profesyonel yardım alırsınız, olağandır. Kapıda kalana kapıyı kendin açsaydın o kadar okudun diyor muyuz? Bilmediğimizi öğrenme çabası kadar bilmediğimizi öğrenme sürecinde profesyonel destek almak ayıp da değildir ahlaksızlık da değildir. Hatta profesyoneline bir bedel ödemek en çok kendimizi özgürleştirir. Sizi, minnet duygusundan arındırır. İş bu noktada sınırları çizip öğrencilerimize veya kendimize konuyu doğru aktarmalıyız. Sadece tezini yazdıranları ve bu işi yapanları eleştirmek yetmez, aynı zamanda yol göstermek de gerekmez mi? Az biraz çuvaldızı hatırda tutmak gerek. Düşünmeye başlıyorum. Konuyu eleştirirken tutarlı gözlemlerim de olsun istiyorum.
Bilimsel bir araştırma yapıyorsanız çalışmayı sürdürecek maddi kaynak önemli bir probleminiz olabilir. İşte bu problemi çözmek için Bilimsel Araştırma Projeleri koordinasyonlukları, proje destekleri işe koşulmuştur. İyi ki de varlar. Destek azdır çoktur orasında değilim. Sorum şu: Yaptığınız araştırma için mi proje desteğine başvuruyorsunuz yoksa kaynak almak için mi proje yazıyorsunuz? Bence sorunun cevabı önemli.
Alanımızla ilgili kitap yazıyoruz. Yazdığımız kitabın aynı alandaki öteki kitaplardan farkı nedir? Hangi boşluğu doldurmuştur? Peki niçin kitap yazdınız? Kendini tekrarlayan konu alanı kitaplarının varlığını eleştirmeyecek miyiz? Herkesin kendi öğrencilerine yazdığı bir ders kitabının maksadı nedir?
Aldığı eğitim alanının dışında akademik bir kadroya atanmak ne demektir? Bunu kabul eden makama bir şeyler söylemeyecek miyiz? Sıktık dişimizi, gözümüzü yumduk mu diyeceğiz?
Dedim ya bir elimde çuvaldız. Tezini yazdıran cık cıklanırken ben ne yapıyorum sorusunu da kendime sormak zorundayım.
Serbest piyasadır, rekabet ortamıdır isteyen istediği kitabı istediği niyetle yazar mı, yazabilir. İsteyen istediği projeye danışmanlık yapar mı yapar. Hizmetinin karşılığını alır mı, alır; almalıdır da. İsteyen sorumluluğunu gönülden yapar; isteyen yapmaz. Değerli olanın, sorumluluk sahibinin ölçüsü kişinin kendisidir. Ancak ne var ki ahlaksızlığın, popülerliğin, riyakârlığın, yalanın, sahtekarlığın, hatta sahte bilimin, şiddetin bu derece tavan yaptığı bu çağda, değerli olana itibar etmek, sahibine (bana) aşağılanmışlık duygusunu hissettirmektedir. Doğal seçilim varsa denge sağlanır, fazla endişelenmemek gerekir der kendime, geçerim. Benim düşüncem görünen o ki bugün çöplükte değerli olanı aramakla meşgulüz. Umarım gelecekte değerli olanlar arasından “seçim” yapan bir konuma evriliriz.
Sevgimle, saygımla, muhabbetle mutlu kalınız.